1 Ekim 2015 Perşembe

Roman Okumak




Kasvetli bir kış akşam üstü,  hava kararmak üzereyken evimizde bir telaş vardı.  Aile dostlarını  ziyaret etmek için hazırlanan  annemin yolculuğa çıkarken her şeyi dört dörtlük düşünmesinden kaynaklanıyordu bu telaş biraz da.  Babam için yolculuk , bir kelebek misali uçup gitmekken, annem için çocuklar, ev, ineklerimiz, bağın bahçenin, bilumum varlığın gözden geçirilmesini gerektiriyordu.  Babam arabayı çalıştırıp acele etmese annem o yolculuğa hiç çıkamayacak gibiydi sanki.

Annem ne zaman bir yere gitse ve biz çocuklarını götürmese, terkedilmiş gibi hissederdim kendimi. Onların arkasından baktığımı hatırlıyorum babaannemin odasından.

Aile dostu dediysem de, dedemden kalma aile dostlarımız, biri Turunçova’da diğeri Isparta’daydı, dedem öldükten sonra da ilişkilerini sürdürmek için çaba harcıyordu babam ve halamlar.

Turunçova’ya bir gece vakti ulaşan annemler, evin kızını ortalıkta göremeyince merak etmişler, “nerede?” diye sormuşlar. Meğer o evde bir can sıkıntısı varmış. Bir gün, kızlarını elinde roman okurken gören  aile çok kızar ve hiddetlenirler. “Roman okuyor, mutlaka bir gizli saklısı var.” düşüncesi hasıl olduğundan kızlarının dışarı çıkmasına yasak koymuşlar, bir odaya kapatmışlar.  Annem, böyle durumlardaki insanlara yakınlık gösterirdi, kendisi de okuyamamanın acısını çektiğinden olsa gerek. Ne konuştularsa artık, odasına girip derdini anlamaya çalışmış  annem, çok etkilenmiş olmalı.

Bir değişiklik, bir umut olsun diye çıktığı yolculuktan hüzünle döndü annem, bu hikayeyi anlattı bize. Çocuk yaşımda adı aklımda kalmayan bu kızın hikayesi belleğime kazınmış gibidir.

İlkokulu bitirdiğimde, İlkokul’u bitiren birçok arkadaşım Ortaokul’a gönderilmeyecekti aileleri tarafından. Ailemin Ortaokul’a yazdırması benim için bir ayrıcalık gibiydi ve ben oldum olası ayrıcalıklardan hoşlanmazdım, mahalleden tek başına Ortaokul’a gidip gelmek bana bir yük gibi gelecekti sanki. Neyse ki abim Ortaokul’a gidiyordu, arkadaşlık edecektik onunla. Yağmurlu kış günlerinde babam arabasıyla götürürdü bizi nasıl olsa, kendimi hazırlıyordum böylece okula.

Demre Ortaokul binası yeni yapılmıştı, ilk derslerimizi çimenlerin üstünde yapmıştık bir süre, sıralar alınıp sınıflar hazırlanınca bir daha çimenlerin üstünde ders yapmadık. Demre öğretmenler için bir sürgün yeriydi o zaman. Çoğu da sol görüşlüydü, aydınlanmacı duruşlarıyla, sınıflarımıza küçük kitaplıklar kurdular.  Okuduğum ilk kitap Sabahattin Ali’nin  Kuyucaklı Yusuf’(1) romanıydı. Beni kitapların dünyasına çeken ve okuma aşkını içime koyan bu romandır desem yeridir.

Pek çok kereler yazdığım gibi Lise hayatımda karşılaştığım kitaplık beni okuma konusunda daha da yüreklendirmişti. Yurda Abla’nın evinde Rus ve Fransız klasiklerini okuma fırsatı bulmuştum. Lise son sınıfta evlerinde kaldığım Erkan abinin küçük kitaplığında ise İngiliz klasiklerini okumuştum. Nedense oradan da aklımda kalan John Steinbeck’in “Gazap Üzümleri”dir.


Ahmet’le arkadaşlığımızın sürdüğü günlerde benden çok ailem çevrenin baskısına maruz kalıyordu. Birisi beni Ahmet’le sokakta görse, hemen Demre’ye haber uçuruyor ve onları rahatsız ediyordu. Bu rahatsızlık da bana geri dönüyordu. Bir gün, hiç unutmuyorum arkadaşlarımla kaldığım eve abim geldi. Kalbindeki sevgiyi bastırıp beni ikaz ettikten sonra şöyle dedi: “Sen hayatı romanlardaki gibi sanıyorsun, kitaplardaki gibi değil hayat.” Onun söylediği cümle aklımda kaldı da ona cevap verip veremediğimi bile hatırlamıyorum şimdi.

Abim bu ikazı yaptıktan belki dört – beş sene sonra Ahmet’le evlendik. Ahmet benim için birlikte rahatça kitap okuyabileceğim bir dünyanın kapılarını açtı, edebiyat dünyasına açılan bir kapıydı bu. Virginia Woolf’un, ‘ Mrs. Dolaway’i ni hediye ettiği gün romanın başka bir şekilde de yazılabileceğini de fark etmiş oldum. Adalet Ağaoğlu, Peride Celal, Sevim Burak, Susan Sontag, A.S. Byatt, John Fowles, Truman Capote  ve daha nice yazarların öyküleri, romanları, şiirleri  bizim evrenimizin parçası oldular.

Neden okuruz romanları, nedir bizi içine çeken satırlar, orada kurulan hayatlar bize neyi anlatır da kendimizi alamayız okumaktan. Yazarın kurmaca dünyasında, aslında yaşanmış olayların gözlemine dayanan ve oradan yola çıkarak bize yaşamda doğruyu, yanlışı, ezileni ezeni, varsıllığı yoksulluğu, adaleti adaletsizliği, sınıfsal çelişkileri, aşkı sevgiyi, sevgisizliği, duyarsızlığı ortaya koymasıdır. Oradaki dünya uçuk, kaçık bir hayal dünyası değildir aslında, tam da hayatın özünü koyar önümüze.

Romanlar bize tam da hayatın nasıl yaşanması  gerektiği konusunda, olaylar ve durumlar karşısında nasıl bir duruş içinde olacağımızın yol göstericileri gibidir. Roman okumak, bir zaman dilimini de kat etmeyi gerektirir, bir yolculuktur aynı zamanda. Bu yolculuğa çıkmak herkesin göze alabileceği bir şey değildir,  şimdi bile bilmediğimiz bir yerde, bir genç kız, roman ya da bir kitap okumak için ne mücadeleler veriyordur kim bilir.

İmren Tüzün

Antalya,  19 Eylül 2015


1--Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali’nin ilk baskısı 1937 yılında yapılan romanıdır.

Yazarın ilk romanı olan eser, Türk edebiyatının önemli romanlarından biridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder