Bu sene,
Antalya Bölgesi’nde olağanüstü hava koşulları yaşandı. Gri ve kapalı gökyüzü,
bitmek bilmeyen yağmurlar, çıkan hortumlar, su baskınları beni geçmişe, 1970’li
yılların başında yaşadığım bir çocukluk anıma alıp götürdü.
İlkokul
çağlarımda, Demre'de, portakal bahçelerinin yanı
sıra domates de yetiştirmeye başladı ailem. İlk zamanlar, seralar henüz
kurulmaya başlanmadan önce, tarla domatesi yetiştirilirdi. Domates fideleri
Mart sonu gibi tarlalara dikilirdi, mevsimine uygun, doğaya uyumlu bir
yetiştirmeydi bu. Domates fidesi, küçük yalaklar açılır, içine gübre konularak
dikilir, biraz büyümeye başlayınca sırıklar, her dometesin dibine yerleştirilir, domates beyaz bobinlerden kesilen iplerle çubuklarla tutturulur, büyüdükçe ip
sayısı arttırılırdı. Böylece domatesin boyu uzadıkça çiçekleri daha çok güneş
görür, domatesin olgunlaşmasını kolaylaştırırdı. O dönemde, hormon
kullanılmıyordu henüz, ilaçlar ve
gübreyle rekoltenin yüksek olması sağlanırdı. Hatırladığım kadarıyla, o
zamanlar sırt pompaları vardı, ilaçlama
yapılırdı, gübre çeşitliliği de azdı.
İlkokul
yıllarımın sonuna doğru seralar kurulmaya başladı. Keresteden dilmeler ve dayaklar kestirilirdi hizarlarda,
kurulacak seranın sağlam olması için, farklı boyutlarda kesilir, ustalar ev
yapar gibi kurarlardı seraları. Daha sonra plastikle, çok iyi gerdirilerek sera
bir elbise gibi giydirilir, çıtalara çakılan çivilerle sağlamlaştırılırdı. Naylon çekme denirdi bu
işe, mutlaka yardım gerekirdi, konu komşu birbirlerine yardım ederdi. Ekonomik
gücü olanlar, demir kontsürükyonun cam
ile kaplanmasıyla cam seraları kurmaya başladılar. Naylon seralar rüzgarlara
hortumlara karşı dayanıksızdı, yırtılabilirdi ve her sene yenilenmesi
gerekiyordu naylonların.
Ailem de bu
değişime, naylon sera kurarak eşlik etti. Evimizin yakınına naylon seralar kurdular.
Artık, seracılığın başlamasıyla domates ekilme ve dikilme Mart - Nisan ayları
yerine Eylül - Ekim’e çekilmiş oldu. Domatesin yanı sıra sivri biber, patlıcan,
salatalık hatta çiçek de dikilmeye başlandı.
Daha çok verim alınacak, daha çok
para kazanılacaktı. Önceleri boş
tarlalara kurulan seralar, daha sonra portakal ağaçları kesilerek
seraların sayısı arttırıldı.
Bu gelir
beklentisi gerçekleşmeye başladı, öte yandan tedirginlik de çoğaldı. Hızlı esen
bir rüzgarın, fırtınanın, ender de olsa hortumun seralara vereceği zarar
yürekleri titretir olmuştu. Onca verilen emek bir anda yerle bir olabiliyordu
ve her şeye sil baştan başlamak gerekiyordu.
Bu sürecin
tanığı bir çocuk olarak, bu korkuları çok hissetmiş, travmasını da
yaşamışımdır.
İlkokul
beşinci sınıfta olmalıyım, okuldan yeni dönmüştüm ki, bizim seraların bir
bölümünün gökyüzünde uçtuğunu gördüm, ailem yine de korumaya çalışıyordu. Bu
durum karşısında korkunç bir şekilde bağırmaya
başladım, kaç dakika sürdü bilmiyorum, bağırıyor, ağlıyordum, kontrol
edemiyordum kendimi, annemlerin yanına da gidemiyordum. Annem nasıl oldu da duyduysa, gelip beni sarıp
sarmaladı ve teskin etmeye çalıştı. Yaşadığım
bu olay beni rüzgara karşı çok duyarlı hale getirdi, “İmren rüzgardan korkar.”,
düşüncesi oluştu ailede. Abim bilir bu duygumu, yeğenlerime de anlatmış.
Bugün
Demre’den uzak olsam da, ne zaman fırtına kopsa, orada seracılıkla uğraşan
aileleri düşünürüm. Bu sene, anlattığım görüntüleri yine izledik yazılı ve
görsel medyadan. Seracılık kolay bir iş değildir, bugün gelişen teknolojiye
rağmen.
İmren Tüzün
Antalya, Şubat 2019
Copyright © İmren Tüzün Tüm Hakları Saklıdır / All rights reserved
Copyright © İmren Tüzün Tüm Hakları Saklıdır / All rights reserved