23 Şubat 2019 Cumartesi

Çocukluk Travması Olarak Akdeniz’de Hortum - İmren Tüzün



Bu sene, Antalya Bölgesi’nde olağanüstü hava koşulları yaşandı. Gri ve kapalı gökyüzü, bitmek bilmeyen yağmurlar, çıkan hortumlar, su baskınları beni geçmişe, 1970’li yılların başında yaşadığım bir çocukluk anıma alıp götürdü.

İlkokul çağlarımda, Demre'de, portakal bahçelerinin yanı sıra domates de yetiştirmeye başladı ailem. İlk zamanlar, seralar henüz kurulmaya başlanmadan önce, tarla domatesi yetiştirilirdi. Domates fideleri Mart sonu gibi tarlalara dikilirdi, mevsimine uygun, doğaya uyumlu bir yetiştirmeydi bu. Domates fidesi, küçük yalaklar açılır, içine gübre konularak dikilir, biraz büyümeye başlayınca sırıklar, her dometesin  dibine yerleştirilir, domates  beyaz bobinlerden kesilen  iplerle çubuklarla tutturulur, büyüdükçe ip sayısı arttırılırdı. Böylece domatesin boyu uzadıkça çiçekleri daha çok güneş görür, domatesin olgunlaşmasını kolaylaştırırdı. O dönemde, hormon kullanılmıyordu henüz, ilaçlar  ve gübreyle rekoltenin yüksek olması sağlanırdı. Hatırladığım kadarıyla, o zamanlar sırt pompaları vardı,  ilaçlama  yapılırdı, gübre çeşitliliği de azdı.

İlkokul yıllarımın sonuna doğru seralar kurulmaya başladı. Keresteden  dilmeler ve dayaklar kestirilirdi hizarlarda, kurulacak seranın sağlam olması için, farklı boyutlarda kesilir, ustalar ev yapar gibi kurarlardı seraları. Daha sonra plastikle, çok iyi gerdirilerek sera bir elbise gibi giydirilir, çıtalara çakılan çivilerle  sağlamlaştırılırdı. Naylon çekme denirdi bu işe, mutlaka yardım gerekirdi, konu komşu birbirlerine yardım ederdi. Ekonomik gücü olanlar,  demir kontsürükyonun cam ile kaplanmasıyla cam seraları kurmaya başladılar. Naylon seralar rüzgarlara hortumlara karşı dayanıksızdı, yırtılabilirdi ve her sene yenilenmesi gerekiyordu naylonların.

Ailem de bu değişime, naylon sera kurarak eşlik etti. Evimizin yakınına naylon seralar kurdular. Artık, seracılığın başlamasıyla domates ekilme ve dikilme Mart - Nisan ayları yerine Eylül - Ekim’e çekilmiş oldu. Domatesin yanı sıra sivri biber, patlıcan, salatalık hatta çiçek de dikilmeye başlandı.  Daha çok verim alınacak,  daha çok para kazanılacaktı. Önceleri boş  tarlalara kurulan seralar, daha sonra portakal ağaçları kesilerek seraların sayısı arttırıldı.


Bu gelir beklentisi gerçekleşmeye başladı, öte yandan tedirginlik de çoğaldı. Hızlı esen bir rüzgarın, fırtınanın, ender de olsa hortumun seralara vereceği zarar yürekleri titretir olmuştu. Onca verilen emek bir anda yerle bir olabiliyordu ve her şeye sil baştan başlamak gerekiyordu.

Bu sürecin tanığı bir çocuk olarak, bu korkuları çok hissetmiş, travmasını da yaşamışımdır.

İlkokul beşinci sınıfta olmalıyım, okuldan yeni dönmüştüm ki, bizim seraların bir bölümünün gökyüzünde uçtuğunu gördüm, ailem yine de korumaya çalışıyordu. Bu durum karşısında korkunç bir şekilde bağırmaya  başladım, kaç dakika sürdü bilmiyorum, bağırıyor, ağlıyordum, kontrol edemiyordum kendimi, annemlerin yanına da gidemiyordum.  Annem nasıl oldu da duyduysa, gelip beni sarıp sarmaladı ve teskin etmeye çalıştı.  Yaşadığım bu olay beni rüzgara karşı çok duyarlı hale getirdi, “İmren rüzgardan korkar.”, düşüncesi oluştu ailede. Abim bilir bu duygumu, yeğenlerime de anlatmış.



Bugün Demre’den uzak olsam da, ne zaman fırtına kopsa, orada seracılıkla uğraşan aileleri düşünürüm. Bu sene, anlattığım görüntüleri yine izledik yazılı ve görsel medyadan. Seracılık kolay bir iş değildir, bugün gelişen teknolojiye rağmen.

İmren Tüzün

Antalya, Şubat 2019

Copyright ©  İmren Tüzün Tüm Hakları Saklıdır / All rights reserved