Uzun kış boyunca, İstanbul’da
gerçekleşen sanat ve felsefe etkinliklerini, basın ve sosyal medyadan takip
etmeye çalıştım. Sosyal Medya, etkinliklerin yayılmasında önemli bir rol
oynuyor, iletişim içinde bulunduğumuz arkadaşlar ve kurumların sayfaları
sayesinde haberdar olabiliyoruz.
İstanbul’un, endüstri ve
finans merkezi olması, yayıncılık, sanat ve kültürün de merkezi haline gelmesi,
yazarlar, sanatçılar, felsefecilerin İstanbul’a taşınmasına neden oldu. Bu
durumun, Anadolu’da kültür sanat açısından dengesizliğe sebebiyet verdiğini düşünüyorum.
Son yıllarda, Diyarbakır, kültür ve sanat açısından ivme kazanan
kentlerden biri. Antalya’da da, Devlet, Senfoni, Opera ve Bale, Tiyatro gibi
Devlet kurumlarının etkinliklerini düzenli olarak sürdürürken, özellikle
Plastik Sanatlar ve Edebiyat açısından bireysel ve kurumsal çabalar olmasına
karşın yeterli olduğunu söylemek zor.
Sosyal Medya’da etkinlikleri
takip etsek, bazı konferansları Youtube aracılığıyla izleme olanağı bulsak da,
sergileri, etkinlikleri gidip görememenin eksikliğini hissediyoruz.
Bu bağlamda, yaklaşık bir yıl
sonra, İoanna Kuçuradi’nin, “Ahlaklar, Etik ve Etikler” başlıklı
konferansını izlemek, Sosyal Medya’dan takip ettiğim sergileri görmek üzere
İstanbul’a gitmek için bir vesile oldu benim için. Koyu yağmurlu bir günde, taksiyle Havaalanı’na doğru yola
koyuldum. Antalya’dan kalkan uçakta bulutlar arasından yol alırken, gökyüzünden
yeryüzüne bakarak Sabiha Gökçen’e ulaştık. Uçak iner inmez, herkes telefonlara sarılınca
içim burkuldu. Ne zaman İstanbul’a gelsem, uçaktan indiğimde aradığım, kız
kardeşim Sıdıka’yı arayamayacak olmanın hüznü kapladı içimi. Biraz buruklukla
Havabus’a bindiğimde telefonumu açtım, Gülistan aramış, İstanbul’a gideceğimi
biliyordu. Hemen aradım, “Ulaştınız mı İmren Abla”, diye sorunca, bir yakınım
varmış, dedim, içim rahatladı. İstanbul’da gökyüzü beyaz bulutlarla kaplıydı, otobüsle,
Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçerken, yol boyunca gökyüzüne baktım,
İstanbul’da bulutlar, yedi tepeli şehirde bir başka güzel gelir bana. Boğaz’dan
geçerken, zihnim gökyüzünden yeryüzüne doğru geçiş yaptı adeta. Otobüsten
indim, Sıdıka’yı kaybettiğim gün, gözyaşlarıyla oturduğum kafeye iki sene sonra
ayak basıp biraz soluklandım.
Çok kısa bir süre için
gelince, zamanımı iyi kullanmak için bir otelde kalmaya karar vermiştim.
Rezervasyon yaptırdığım oteli beğenmedim, kısa sürede küçük ama güvenilir bir
otel buldum. Kalacağım otelde dikkat ettiğim, beni huzursuz etmeyecek şeyler;
temiz bir oda, gökyüzünü
görebileceğim pencere, bir de notlarımı yazabileceğim masa. Bütün bu unsurlar
mevcuttu odada, sabah erken kalktığım için bir süre dinlendim, azıcık da kestirmişim,
dinlenmiş hissettim kendimi, sergileri gezebilecek enerjiyi toplamıştım.
2002 yılında, Almanya’da,
Antalya’yı temsilen katıldığım 1. Heidenheim Sanatçı Buluşması’nda Çinli
sanatçıların mürekkep çalışmalarıyla karşılaşmış, fırça kullanışları, az renkle
oluşturdukları manzara resimleri ilgimi çekmişti. Almanya’dan dönerken çizim
mürekkebi almış, yavaş yavaş mürekkeple çalışmaya başlamıştım. Yıllar içinde
mürekkeple çalıştığım pek çok defter oldu, bu sebepten dolayı, Pera Müzesi’ndeki “Mürekkepten: Çin Güncel Sanatından Yorumlamalar” sergisini merak
ediyordum. Çin’de çalışmalarını sürdüren on üç sanatçının yapıtlarını bir araya
getiriyordu sergi. Manzara, doğa ve kaligrafi
gibi konulara güncel bir bakış açısıyla yaklaşan yapıtlar, resim, fotoğraf,
video ve yerleştirmelerden oluşuyordu. 4. Katta, renkli ve siyah mürekkeple
yapılan uzun boyutlu eserler, duvarlara ve tavandan aşağıya sarkıtılarak
sergileniyordu. Qiu Anxiong’un,
üç animasyon videoları; “Yeni Bir Dağlar
ve Denizler Kitabı1. Bölüm”, 30’15”, “Yeni Dağlar ve Denizler Kitabı 2.Bölüm”,
29’34”, Yeni Dağlarve Denizler Kitabı 3. Bölüm, 27’14” .Üç videoyu, Çin fırçası
ve mürekkebi kullanarak on beş yılda tamamlamış sanatçı. Xu Honeming’in pirinç kağıdı üzerine, mineral pigmentleri kağıda
yayılmış pigmentlerle yaptığı resimlerde katmanlar oluşturmuş. Jian-Zun Zhang’un; “Mekana özgü katılımcı yerleştirme”. Sanatçı katılımcıları kendine
yardım etmeye davet etmiş, bu şekilde katılımcılar, hem çizmişler hem de
seçtikleri kelimeleri yazmışlar duvara. Çinli çağdaş sanatçıların işlerini
görmek, Çin sanatının yeniden yorumlanması olarak yorumladığımızda, gelenek ve
modernliği içinde barındıran bir sanatla karşılaştığımızı söylemek mümkün.
İkinci ziyaret ettiğim sanat
kurumu Salt Beyoğlu oldu. NAEEM MOHAIEMEN, “Makbul
Tarihin Tutsakları/ Prisoners of Correct History” başlıklı sergiyi izledim. Film, enstalasyon ve yazılarını görmek mümkündü.
Sergi üzerine yazılan metinden; “üçüncü dünya enternasyonalizmi’nin oluşumu ve çöküşünü, sömürge sonrası
tarihindeki üç büyük kırılmayla inceler: 1905’te Britanya Hindistan
sınırlarındaki Bengal’in doğu ve batı
olarak ikiye ayrılışı, 1947’de Britanya Hindistanı’nın bölünmesiyle Hindistan
ve Pakistan kuruluşu ve 1971’deki Hindistan- Pakistan Savaşı’yla Doğu ve Batı Pakistan’ın
Bangladeş ve Pakistan’ın Dönüşümü” Çok da iyi bilmediğim bir tarihi izleme
olanağı verdi bu sergi. Merdivenlerden aşağı inerken, sessiz bir şekilde
okuyan, yazanlar dikkatimi çekti. Gittim,oturdum bir masaya, ajandama
yolculuğum ve gördüğüm sergi üzerine notlar yazarken, ortamın dinginliğini
hissettim. Görevli gelip, kapanış saatinin geldiğini söylemese biraz daha
yazabilirdim.
Otele doğru yürürken, bir
kafeden capuccino ve mini cheesecake alarak otele döndüm. Bir yandan haberleri
izledim, diğer yandan kahvemi içtim, sabah saat 05:30’dan beri ayakta olduğum
için, dinlenmem gerekiyordu.
17 Nisan 2019, Çarşamba günü,
ne yapacağımı önceden tasarlamıştım. Otelde sadece oda fiyatı ödediğim için,
kahvaltıyı dışarıda yapmam gerekiyordu. Çaylarını sevdiğim Cafe Lebon’da küçük
bir börek ve iki çayla kahvaltımı yaptım. Salt Galata’ya gitmek üzere yola
koyuldum. Yukardan aşağıya doğru inen sokağın iki yanı dükkanlarla kaplıydı, daracık
basamaklardan insanlar nezaketli bir şekilde aşağıya doğru iniyorlardı. Galata
Kulesi’nin yanındaki kafede, güneşe karşı sabah kahvelerini yudumluyorlardı.
Salt Galata’da, “Mihri Modern
Zamanların Göçebe Ressamı” başlıklı sergi, bir kadın sanatçının yaşamına ve
eserlerine tanıklık etmek bakımından benim için önemliydi. Çantam ve şemsiyemle
sergi alanına ulaştım. Sergideki görevli şemsiyemi ve çantamı bırakmam için
beni yönlendirdi. İyi de oldu bir açıdan, yüklerimden kurtulmuştum, elimde cep
telefonumla sergi alanına döndüm, sergiden fotoğraflar çekmek için cep
telefonumu kullanacaktım. Mihri, 13 Aralık 1885’te İstanbul, Kadıköy’deki Ahmet
Rasim Paşa Konağı’nda doğmuş. Ailesinin konumu, Ressam Fausto Zonaro’dan
resim dersi almasını olanaklı kılmış. 14 yaşında, ailesinden ayrılarak önce
Roma’da daha sonra Paris’te eğitimini sürdürmüş. Paris’te yaşarken, hukuk
eğitimi için şehirde bulunan Müşfik Selami Bey’le evlenmiş, beraber İstanbul’a
dönmüşler, 1912’de İstanbul’a yerleşmişler. 1914’de İnas Sanayi-i Nefise’nin
İlk kadın Müdürü ve Resim öğretmeni olmuş, bürokratik kısıtlamalara karşın, aralarında Müzdan Arel, Güzin
Duran, Nazlı Ecevit ve Fahrelnissa Zeid’in de olduğu öğrencilerinin açık havada
resim yapmasına, canlı modelden çalışmasına ve eserlerinin görünürlük
kazanmasına destek vermiş.14 Ekim 1918’de Şişli’deki evinde, on gün sürecek, dört yılda yaptığı eserlerden oluşan sergi
açmış. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması ve göreve başlamasıyla, kültür
ortamının önemli simaları arasındaymış, Tevfik
Fikret’in şiirlerini yorumlamış, portresini yapmış. 1922’de yeniden
Avrupa’ya dönen Mihri, 1923’de Roma’da yaşarken Londra, Madrid ve Viyana’ya
ziyaretlerde bulunmuş. 1927’de temelli New York’a göç etmiş. Ertesi yıl George de Mazirof Galerisi’nde açtığı sergi ABD
ve Kanada basının dikkatini çeker. Türkiye’nin ABD elçisi Ahmet Muhtar ve kızı
Nebile Hanım tarafından bir kaç gün Sefarethanede konuk edilir, elçinin
portresini de yapar bu süreçte. 1932’de Salvatore Virzi ile ikinci evliliğine
yaptığına dair belge ile evlilik yoluyla
vatandaşlık elde etmek için başvurusuna dair belge de bulunuyordu sergide. Vali Franklin D.Roosevelt’in portresi, açık
arttırma yoluyla, borcuna istinaden satılır. Amerika’da yaşanan ekonomik buhrandan
etkilenir, zorlu bir süreç yaşar. Bu döneme ait belgeler, sanatçının yaşamına
ışık tutuyor. Sergide, İnas Sanayi-i Nefise’deki atölyede çekilmiş fotoğraf,
serginin ruhunu belirliyor gibiydi. Az sayıda resim ve belgeyle, kendi ayakları
üzerinde durmayı seçmiş Mihri’nin yaşamını izleyicilere hissettiriyordu. Portre
ressamlığı açısından, Hollandalı ressam, Frans Hals’ın 1628 tarihli “Çingene Kızı” portresinin
reprodüksiyonunu yaparak, Fortin d’Ivry
yarışmasında ödüle layık görülmesi, Frans Hals’ın portre ressamlığının
Mihri’nin portre ressamlığında bir etkisi olabileceğini düşündürdü bana.
Serginin
ardından, Salt Araştırma’nın Kütüphanesi’ne uğradım, üye olmak gerekiyormuş,
araştırmacılara, Yüksek Lisans, Doktora öğrencilerine açıkmış, sanat, mimari,
tasarım kitaplarının bulunduğu bölüm. Kütüphane görevlilerinden Dewey
programını kullandıklarını öğrendim. Sergi izlemek insanı yoruyor zihinsel
olarak, kahve molası vermek istedim. Kahvemi alıp, küçük bahçesine çıktım. Yanıma
oturan Yüksek Lisans öğrencisi Gülizar Hanım’la sohbet etme olanağı buldum.
Annesi Boşnak, babası Arnavut’muş, tez konusu ise İstanbullu Rumlar.
Balkanlardan konuştuk, güzel bir sohbet oldu benim için.
Salt
Galata’dan Beyoğlu’na doğru yürürken, daha önce ismini duyduğum, fakat ilk kez
gezeceğim iki galeri ile karşılaştım. Anna
Laudel Galeri’de, “Tapestry – Woven
Tales”, başlıklı sergide, sanatsal ve kültürel geçmişi farklı 15 sanatçının
dokumaları sergileniyordu. Geleneksel dokumacılığın çağdaş tekniklerle yeniden
yorumlanmasıyla elde edilen dokumalar, özenli bir şekilde sergileniyordu.
Galeri görevlisinden öğrendiğime göre, sergide yer alan dokumaların bazıları
sanatçılar tarafından dokunurken, bazıları da dokutturulmuştu. Aralarında Gülçin
Aksoy, Mustafa Aslıer, Zekai Ormancı, Özdemir Altan, Devrim Erbil, Renk Erbil Martin, Fırat
Neziroğlu, Hanefi Yeter gibi sanatçıların dokumaları yer alıyordu. Geleneksel
kilim dokumacılığıyla yapılan dokuma işlerin yorumlanmasını daha başarılı
bulduğumu söyleyebilirim. Galeri’nin üç katına yayılmış sergi, 24 Mayıs 2019’a
kadar görülebilir, internet üzerinden de Anna Laudel Galeri yazılarak, sergide
yer alan dokumaları görebilirsiniz.
Anna
Laudel Galeri’den sonra, Kasa Galeri’de, Neriman Polat ve Nurcan Gündoğan’ın “Çiçek
Yarası/ Flower Wound” başlıklı sergisini gördüm. Video, şiir,
enstelasyondan oluşan sergi, günümüz sorunlarına duyarlı bir bakış açısı
getiriyordu. Kırmızı branda üzerine yazılmış, “ Direniş Güzelleştirir” cümlesi
ve brandanın üzerindeki tel örgüler bellekte yer edici nitelikteydi.
Galeri’den
ayrılıp Beyoğlu’na, yukarı doğru geldiğim yoldan dönerken, öğle yemeği molası
verdim. Saat 17:30’daki İoanna Kuçuradi Konferansı’na kadar Salt Beyoğlu’nda
soluklanıp, notlarımı yazdım, yanımda götürdüğüm kitabı okudum.
Saat
17:00’de Yapı Kredi Kültür Sanat’ta, İoanna
Kuçuradi konferansı için gittiğimde, henüz salon açılmamıştı, merdivenlerde
kuyruk oluşturmuştu insanlar. On- on beş dakika kadar bekledikten sonra, salona
alındık, ön sırada olanlar sandalyelere oturdu, pek çok insan ayakta kaldı, bir
öğrenci yer verdi de, oturabildim. Bir süre sonra İoanna Kuçuradi salona geldi.
Koyu yeşil ceketi ve eteği, elinde açık yeşil çantası, hafif topuz yaptığı
beyaz saçları, berrak yüzü, uzun parmaklarıyla, duruşu öylesine etkileyiciydi
ki, ilahi bir şey vardı sanki üzerinde.
Yaklaşık on dokuz sene önce, Antalya’da, 17 Kasım 2000’de, “Felsefe
ve Edebiyat” başlıklı Konferans’ta gördüğüm halinden çok da farklı değildi
sanki, sakin ve ölçülü. Bilim Akademisi’nden, Pınar Mengüç açılış konuşmasını yaptı,
İoanna Kuçuradi’nin yaşam öyküsünü, Felsefe alanında yaptığı Akademik
çalışmaları, aldığı ödüllerin bazılarını okudu, konuşma sonrasında soru cevap
olmayacağını söyleyerek, sözü Kuçuradi’ye verdi. Kuçuradi, ayakta olanlara,
yapacağım konuşma kitaplarımda mevcuttur, yorulursanız gidebilirsiniz, diyerek
ayakta kalan izleyicilere olan duyarlılığını hissettirdi. Kuçuradi’nin
konuşması aynı zamanda perdeye yansıtılan görüntüsüyle, arkada ve ayakta
olanların Konferansı daha iyi izlemesi sağlandı. Etik kelimesinin kullanıldığı farklı anlamları
belirteceğini, felsefenin bir alanı olan etiğin ne hakkında bilgi ortaya
koyduğunu anlatmaya çalışacağını, etik değerlerin ne olduğu üzerinde bir kaç
söz söyleyeceğini ekledi. Etik
sözcüğünün son 20-25 yılda moda olduğunu, 1970’li yıllarda Etik kitabını yayımlandığında
“Etik” modası geçmiş sayılırdı, dedi. Bugün moda olan etiklerin, felsefenin
alanı olan Etik değil meslek etikleri olduğunu belirtti. Kuçuradi’nin
konuşması, Kant ve Camus’nün vebasından verdiği örneklerle, izleyicilerin etik
konusunu daha iyi anlamasını sağladı, diyebilirim. Konuşmasında dikkatimi çeken
bölümleri aşağıda alıntılıyorum.
“Belirli bir durumda bir şey
yapmamak da bir eylemdir. Davranış ve eylem karıştırılıyor. Etik yaşayabilmek
için doğru değerlendirmeyi öğrenmek zorundayız. Etik değerleri ahlaksal değer
yargılarıyla, iyidir, kötüdür denilenlerle, genel olarak normlarla
karıştırmamak gerektiğidir. Etik
değerler kişiler arası ilişkilerde eylem ve yaşantı olanaklarıdır. Buna
göre iki etik değerden söz etmek mümkün.
“Etik kişi değerleri”, “etik ilişki
değerleri”; birincisine dürüst, saygılı güvenilir olmak gibi kişi özellikleri;
ikincisine saygı, sevgi, minnet gibi
değerlilik yaşantıları özelliklerini
verebiliriz.
Etik değerlerin yalnızca iki
kişinin karşılaşmasında yaşanabilen, değerlilik yaşantılarıdır. Bir kişinin
başka bir kişi ile ilişkisinde yaşadığı, tortu bırakan yaşantılardır. Kişinin bilgisel olanaklarıdır. Ölçülü olmak,
dayanıklı olmak, sabırlı olmak. Dürüst olan bir insan, dürüst olmayan insana da
dürüst davranır. Niçin insan hakları, suçlunun da hakları, insan hakları karşı
olduğumuz insanın da haklarıdır, onları da korumak zorundayız.
Hatırlıyorsunuzdur, Kaddafi’nin öldürülmesine tek bir kişi itiraz etti,
Birleşmiş Milletler Komiseri itiraz etti. Karşı olduğumuz insanların temel
haklarını da korumalıyız.
Bir kişinin başka belirli bir
kişi ile ilişkisinde tortu bırakan yaşantılardır. Onlara insan açısından
bakıldığında değerlilik yaşantılardır. İçeriklerini diğer kişilerin özellikleri
oluşturur. İçeriklerini diğer kişinin
özelliklerinin bilgisi oluşturmuyor. Oysa, karşılığı olan yaşantılar, bitmez,
tükenmez, o tortu kurumaz. Bazı etik özellikleri, kişi değerleri olan bir kişi
ile bu özellikleri görebilecek gözü olan
ve insan için anlamını bilen bir kişinin karşılaşması ve ilişkiye
girmesiyle yaşanır, bu yaşantılar. Kişilerin karşılaşmasının rastlantısallığına rağmen, bu yaşantılar rastlantısal değildir,
yalnızca böyle bir temeli olan yaşantılar kişide tortu bırakır ve bu tortu yok
olmaz, böyle iki kişinin karşılaşmasıyla ve bu yaşantıların yaşanmasıyla, bu
etik değerler varlanır ve katılır
dünyamıza.
Etik ilişki değerlerin
yaşanabilmesinin ana koşulu, iki etik kişinin karşılaşmasıdır. Kişilerin
birbirinin olgunlaşmasını , birbirlerinin etik olanaklarını gerçekleştirmesine
de yardımcı olabiliyorlar.”
Konuşma yaklaşık bir saat
sürdü, sonrasında Pınar Mengüç İoanan Kuçuradi’ye, Bilim Akademisi’nin bir
hatırasını sundu. Konuşmanın tamamı,
ekleyeceğim linkten izlenebilir.
Konferanstan sonra, akşam
yemeğimi yedim ve otele döndüm. Yorucu bir gün olmuştu. Akşam televizyonda,
Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatasını
almasının sevinci sosyal medyada sürüyordu, televizyonda da konu mazbataydı.
18 Nisan 2019, İstanbul’da görülecek
pek çok etkinlik vardı, zamanın azlığı nedeniyle, önce kahvaltımı yaptım. Akbank Sanat’ta, 13 Nisan – 25 Mayıs
2019 tarihleri arasında gerçekleşen, “
İnsanın Yeni Gündemi” başlıklı
sergiyi görmeye gittim yağmurlu havada. Giriş katta, Marshmallow Laser Feast, “Bir
Hayvanın Gözünden” adlı video, İngiltere’de bulunan Grizedale Ormanı’nda
kaydedilmiş ses kayıtları eşliğinde, ormanı, gökyüzünden süzülen bir kuşun, bir
kütükte duran yusufçuğun ve bataklıktaki bir kurbağanın gözünden görmemizi
sağlayarak bizi insani sınırlarımızın ardında yatan gerçekliği düşünmeye davet
ediyor. Videoda kızıl renkler hakimdi, kızıldan koyuya geçişi bir derinlik
kazandırıyor ve ormanın görsel derinliğini hissettiriyordu.
Alex Verhaest’ın “Atıl
zamanlar” çalışması intihar eden bir babanın ardından bir araya gelen aile
bireylerinin bir masa etrafında toplanmasıyla çekilen fotoğrafta, olayın
şaşkınlığını üzerinden atamamış halleriyle bizi karşılaştırıyor.
Refik Anadol’un, Saklı Mekândan
Anılar-Çalışma I, yan yana
yerleştirilmiş üç videoyla yer alıyordu sergide. İlk kez işlerini görüyordum.
Videolara dair sergi metni, çalışmayı biraz daha açımlayacak.:” Anadol bu
çalışmada dokuz mimara ve on bir farklı tarihi döneme ait binaların 1.2 milyon
adet görselinden oluşan bir mimari fotoğraf hafızası üzerine sinir ağı
üretiyor.”
Larissa Sansour’un eseri, kurgusal bir video denemesi
biçiminde üretilmiş. Video, teori ve kişisellik üzerine kurgulanmış, vefat eden
ikiz kız kardeşinin sahneye çıktığı bölümler, bir kız kardeş, Sıdıka’yı kaybetmenin acısını hatırlattı bana, ortak
sorgulamalar hissettim.
Gaetan Robillard’ın, “Dalganın
İzinde” videosu, bilgisayar simülasyonu, Şeytan Adası’nın çevresini,
denizin dibine yayılmış ızgaralar ve sonsuz hareket halinde milyonlarca
parçacıktan oluşan dalgalar şeklinde betimlemiş. Bu videoyu seyrederken, bir
grup öğrenciyle gelen hocaları, videonun bilgisayarla yapıldığını öğrencilere
anlattı.
Yıllardır, Akbank Sanat’ta
sergileri izlerim, hiç kafesinde oturmamıştım. Yağmurun geçmesini beklemek için
dördüncü kata çıktım, sağ tarafta mütevazi bir kütüphane, solda da camlı kafe
bulunuyordu, kafenin penceresinden Fransız Kültür Merkezi görülüyordu. Okuyan
insanları rahatsız etmeden kahvemi içtim, biraz dinlendim.
Dışarı çıktığımda yağmur
dinmişti, Mephisto’da kitaplara göz gezdirdim. Yeni çıkan kitaplar bölümünde,
kitap türlerinde bir denge olduğunu düşündüm, iki kitap aldım.
Gelmişken, Yapı Kredi’de Orhan Pamuk’un “Balkon Fotoğraflar - Photographs”
sergisini izlemeden dönmeyeyim, dedim. Orhan Pamuk, 2012 Aralık’ı ile 2013
Nisan’ı arasında hem yaşadığı hem de yazdığı Cihangir’deki evinde, aynı
noktadan 8500 fotoğraf çekmiş. 2012 Kasım’ında, New York’tan İstanbul’a
dönmeden fotoğraf makinası ve tele objektif almış. Fotoğraf sergisi üzerine
kapsamlı bir yazısı karşılıyor izleyiciyi. Deniz, gökyüzü, camiler,Cruiserler,
kuşlar, minareler, ana temaları fotoğraflarda, neredeyse insan yok gibi.
Belleğimde kalmamış ya da. Orhan Pamuk üzerine Umberto Eco’nun söylediği bir cümle dikkat çekici; ”Orhan Pamuk’un
çılgınlığında deha var.” Fotoğraf üzerine söylenmiş cümleler de yer alıyordu
sergide;
”Bir fotoğraf sadece donmuş
bir anı değil, geçmişi ve geleceği de resmeder. Çünkü fotoğraf çekmek umut
beslemektir.” Celâl Salik
“Daha önce defalarca söylendiği
gibi, fotoğraflar kendilerini sözcükler olmadan görsel olarak ifade etmelidir,
yoksa başarısız olurlar.” Walker Evans
Yeni açılan İstanbul Havaalanı’ndan
Antalya’ya uçacağım için biraz tedirgindim, ilk kez uçacaktım, zamanında
yetişmek için erken gitmeye karar verdim. Otelden eşyalarımı almadan önce, Pera
Müzesi’nde soluklanıp bir bardak çay içtim
Otelden taksiyle, Havaist otobüs durağına gittim. İstanbul kartımı
okutabileceğimi söyledi, bavulumu teslim ettiğim görevli. Otobüs hareket
ettiğinde, küçük bir tabelada Abdülhak
Hamit yazısı dikkatimi çekti, caddenin adını ilk kez okuyormuşum hissine
kapıldım. Otobüs yolculuğu yaklaşık bir saat sürdü, şehri çıktıktan sonra
yeşillikler arasında ilerledi otobüs, bir bölümde dağların kazınmış görüntüsü
rahatsız ediciydi. Havaalanına erken gelmenin avantajıyla biraz kitap okudum,
uçağa binmek için epeyce bir yol yürümek gerekti, uçak bekleme alanları geniş
ve ferahtı. Zihnimde pek çok görüntüyle gece yarısı Antalya’ya ulaştım.
İki günlük İstanbul ziyaretinde,
Salt Beyoğlu ve Salt Galata’da okuyan yazan insanlarla karşılaşmak, Salt
Galata’da gençlerin çokluğu, bir uğrak noktası olma özelliği kazandığını
hissettirdi bana. Özel kurumların sanata ve kültüre verdiği desteğin, ülkenin
kültür ve düşünce dünyasına önemli katkıları, bu sebeple de belirleyici
rollerinin olduğunu düşünüyorum.
İmren Tüzün
Antalya, 22 Nisan 2019
Copyright © İmren Tüzün All rights
reserved
Ahlaklar, Etik ve Etikler –
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi https://youtu.be/g-MPvywIhJc @YouTube aracılığıyla.