8 Haziran 2016 Çarşamba

Yayımlanmamış Bir Manifesto: "Nitelikli Bir Sanat İçin Manifesto" - İmren Tüzün




Çocukluk, o güzel süreç, anayurdumuzdan kopmak, farklı açılımlar yaşamak herkese nasip olmuyor. Her ne kadar doğduğumuz yerden daha iyi bir eğitim, yaşam ve gelecek için yollara düşsek, yeni yaşamlar peşinde koşsak, kursak da anne babamız yaşadığı sürece bizi onlara doğru sürükleyen bir güç vardır.  Hele bir de kırsaldan şehre doğru kaymışsa yaşamımız, geriye dönmek bazen bize zor gelir. Hafta sonu dinlenmekle aileye gitmek arasında sıkışır kalır yaşamımız. Annenizin yolunuzu beklediğini, gittiğiniz zaman nasıl da rahatladığını, derin uykulara daldığını gözlemlersiniz, siz de aynı duyguya kapılırsınız. Yaşam bütündür, parçalanmamıştır anne babanız yaşadığı sürece.

Ne zaman ki onları kaybetmeye başlarsınız, doğduğunuz yerle bağınız zayıflar günden güne.  Her ne kadar baba ocağı dense de, annelerdir bir eve ruhunu veren, yaşanır kılan.

Annemi kaybettiğimde, Mayıs 1999’da, iş yaşamının ortasındaydım,  zaman yoktu hiçbir şeyi doğru dürüst hissetmeye. Turizm sektöründe çalışmak, dakiklik ister, sıkı bir dosyalama ister, amaç sadece insanları mutlu etmek, hiçbir şeyin aksamamasını sağlamaktır.

O yıl, hiç unutmuyorum, internet devreye girmişti, sadece müdürümüzün Alman eşi Suzanne’nin odasına bağlanmıştı, biz de geriden bakmakla yetinirdik.  Sanıyorum, Antalya’da interneti ilk bağlatan şirketlerden biriydi National/Pegasus Tours.

Suzanne Oparius, benim resimle uğraştığımı biliyor,  “Senin ne işin var burada, resimle uğraşmalısın sadece.” diyordu. Alman Ekspresyonistlerin,  Dortmund’da, “ Museum  am Ostwall”da,  “Von der Brücke zum Blauen Reiter” başlıklı, 1905 -194 yıllarında grup içinde yer alan sanatçıların “renk, biçim ve ifade”lerine  odaklanan bir sergi açılmış. Sergi kapsamında, Erich Heckel, Karl-Schmidt rottluff,Max Pechstein,Otto Müller,Franz Marc, Gabriele Münter, Ernst Ludwig Kirchner, Alexej von Jawlensky, Emil Nolde ve Kandinsky’nin yağlıboya ve kağıt üzeri işleri sergilenmiş. Ayrıca, grubun oluşması, karşılaşmaları, eğitimleri ve yaşamları hakkında ayrıntılı bilgilerin bulunduğu bir katalog hazırlanmış. Suzanne bir aile ziyaretinde bu sergiyi görmüş, bana da kataloğunu getirmişti. Daha sonra,  Alexej Von Jawlesnky’nin, “Reisen, Freunde, Wandlungen” (Seyahat, Arkadaşlar,  Dönüşümler) adlı bir katalog daha getirdi.  Jawlensky’nin yaşamına, eserlerine, sanatçılarla karşılaşmalarına ve dostluklarına,  en önemlisi de resimlerinin geçirdiği dönüşümlere, nasıl gittikçe yalınlaştığına odaklanan katalog da beni oldukça etkiledi.  Klimt’in de bir kataloğunu da hediye ettiğini anımsıyorum. Suzanne getirdiği kataloglarla, İtalya gezisi öncesi bana hazırladığı materyallerle sanatın içine doğru  bir yolculuğa hazırlamıştı adeta beni.

Annemi kaybettikten sonra, kendimi gittikçe yorgun hissediyordum, iş yaşamını sürdürme isteği duymuyordum içimde. Ahmet’le konuştum, içinde bulunduğum durumu paylaştım kendisiyle.

Ahmet; “İmren, beni zor günlerimde omuzladın, tüm yükü aldın üzerine, bırak bu sefer de ben sana destek olayım, kararlıysan iş yaşamını noktalayabilirsin.” dedi.

Suzanne Aporius’un beni resme doğru yaklaştırması, Ahmet’in anlayışlı yaklaşımı ve desteği sayesinde, 15 Kasım 1999’da iş yaşamından ayrıldım. Geleceğin nasıl şekilleneceğini bilemeden,  bir anlamda kendi içime dönüyordum, ihtiyacım vardı, böyle bir döneme.

Evliliğimizin ilk on yılı, kayıplar ve hastalıklarla geçmişti, kendi evimizden uzaklaşmak, yeni bir eve taşınmak istiyordum. Ocak 2000 başında yeni bir eve taşındık, elbette kolay bir taşınma değildi, kitaplar, dergiler ve resimlerle bir eve sığmaya çalıştık. İlk iş olarak, taksitle bilgisayar aldık, internet de bağlattık. 1996 yılından beri bilgisayar kullanıyordum,  çalıştığım işyerinde  Ahmet’in ve benim yazılarımı bilgisayara aktarırdım. Bilgisayar,  Ahmet’le evde bir yazınsal aura oluşturmamıza ve dünyaya açılımımızı sağladı, diyebilirim.

O süreçte, Ansan’da aktif olmaya çalışıyor, fakat oradan ciddi bir düşünce çıkmayacağını düşünüyordum. Başka ne yapabiliriz, nasıl bir araya gelebiliriz, düşüncesi hakim olmaya başlamıştı bende. Ahmet’le konuştuk, isimleri belirledik, “Salı Toplantıları” adı altında, edebiyat, sanat, kültür ve kent odaklı konuşmaları gündeme getirmeye karar verdik.  Murat Sinkil, Hasan Tırmaş, Muhittin Selamet, Mehmet Işıklı, Ahmet Tüzün ve İmren Çalışkan Tüzün olarak belirlemiştik. O sıralarda, Ahmet Tüzün, Antalya Kültür Merkezi’nde, Sanat Danışmanı olarak çalışıyor ve sanat programları hazırlıyordu. Daha önce de yazmıştım, kentlinin de belleğinde öyledir, Antalya Kültür Merkezi böylesine yoğun bir etkinlikler ortaya koyamamıştır bir daha. Ahmet’in zamanı olmadığı için, böyle bir buluşmaya daveti, insanlara anlatmayı ben üstlendim. 

İlk toplantıyı 27 Mayıs 2000’de yapmışız.  Buluşmalar, o zamanlar Hasan Subaşı Parkı olarak bilinen, Cam Piramiti’nde içinde bulunduğu büyük parkın içinde, denize bakan Kır Kahvesi, Tophane ve Yivli Minare’ye yakın Mahmut Bey’in işlettiği Park Kafe’de gerçekleşiyordu.  Bu toplantıların sonucunda, ilk olarak  Ioanna Kuçuradi ‘nin “Sanat ve Felsefe” başlıklı konuşmasını düzenledik. Kuçuradi’ye, dernek olmadığımızı, bireysel çabamızla böyle bir etkinliği hayata geçirmek istediğimizi, izleyici sayısının az olabileceğini söylemiştim. Ioanna Kuçuradi; “ Ne kadar az insan olursa, o kadar iyi olur, daha iyi konuşuruz.” dediğinde, içim rahatlamıştı.  Düzenlediğimiz ilk etkinlikte, öylesine çok katılım oldu ki, unutmam imkansız. Daha sonra Ali Akay’la “Modernizm-Postmodernizm” söyleşisini gerçekleştirdik,  konuşmaların çözülmesiyle Gösteri’de yayımlanmıştı.  Belgelere tekrar baktığımda, ciddi destekler de almışız. Antalya Kültür Müdürlüğü, o dönemde etkin bir kitabevi olan Seans Kitabevi, Tekeli Konakları desteklemiş bizi.

Ahmet Tüzün kentin sanat,  kültür ve mimari alandaki değişmelerinde sanatçıların bir yaptırım gücünün olabilmesi için bir Manifesto hazırlamayı önerdi. Oturduk, birlikte yazdık. Bir toplantıda;  "Nitelikli Bir Sanat Manifesto"yu okuduk,  arkadaşlarımız Manifesto’nun altına imza koymakta çekince gösterdiler ve imzalamadılar. Sadece ikimizin imzalayıp, basına dağıtmamızın doğru olmayacağını düşünerek vazgeçtik yayımlamaktan. Manifesto’yu yeniden okuduğumda, hala aynı sorunların sürüp gitmekte olduğunu düşünüyorum.

Bu düzenli  buluşmalar, bir süre sonra aksamaya başladı.  19 Haziran 2001 tarihli günlüğümde, o dönemle ilgili düşüncelerimi yazmışım.

“27 Mayıs 2000’den itibaren başlattığımız  Salı toplantılarını iki haftadır yapmıyoruz.   Ya da artık benim bu toplantıları   yapma, organize etme isteğim kalmadı. Bu grubun oluşmasını istememin temel sebebi, farklı insanlarla farklı şeyler yapabilmek, üretebilmekti. Şu ana kadar bir araya gelmelerimizde, sanatın çeşitli boyutlarını tartıştık, iki etkinlik ,-Ioanna Kuçuradi ve Ali Akay söyleşileri-,gerçekleştirdik. Bizim bir araya gelmelerimiz, özellikle Ahmet Tüzün ve benim açımdan bakılırsa, başkaları tarafından ANSAN’a karşı bir tepki olarak bu grubu oluşturduğumuz düşünüldü.
Elbette bir alternatif düşünce üretme arayışımız vardı. Ancak, tamamen başka bir kuruma karşı bir tavır ya da eylem olarak düşünülmedi.  Geldiğimiz noktada görüyorum ki, birlikte bir şey yapmamız, şehrin herhangi bir sorununu sorgulamamız mümkün olmadı. Bu konuda bazı çekinceler içindeydi bazı arkadaşlar. Birlikte bir sergi yapma, bir düşünce üretme  boyutuna gelemedik. Toplantıların Entelektüel tatmine dönüşmemesi için,- ki bu tehlikeyi sezinliyorum-, Mavi Boyut grubu olarak bir araya gelmelerimize son vermek istiyorum. Ama yine de zaman zaman istekler doğrultusunda bu dostluğun sürmesini isterim.

Kendi adıma bu  toplantıları organize etmek,  bir araya toplanmak işlevimden kurtulmak istiyorum.

Beni bu karara vardıran  nokta nedir? Bir araya geliyoruz, ama aynı zamanda birbirimizi küçümsüyoruz. Plastik Sanatlar’ın tek boyutunu görüyor ve çağdaş gelişmeleri takip etmediğimizi görüyorum. Bu nedenle, tek yönlü açılımlardan, özverilerden  de bir sonuç çıkmıyor. Herkesin yolu açık olsun sanat yolunda.”

 Bir Sonbahar günü, 11 Eylül 2001’de, Kır Kahvesi’nde, Murat Sinkil, Mehmet Işıklı, Hasan Tırmaş , Ahmet Tüzün ve ben bir araya gelmiştik.  Güzel, güneşli bir günde sohbet ediyor, Muhittin Selamet’in gelmesini bekliyorduk.  Bir süre sonra Muhittin Bey, biraz heyecan ve telaş içinde geldi; “Yahu yer yerinden oynuyor, Amerika’da, New York’ta patlamalar olmuş, televizyonda ben bu görüntüleri seyredeceğim, gidiyorum ben, haber vermeye geldim.” dedi ve geldiği gibi döndü gitti. Oturduğumuz sandalyelere mıhlanmış gibi oturup kaldık bir süre, konuşmalar kesilmiş, yerini sessizlik almıştı. Yarım saat daha oturduk ve ayrıldık.

Böylece, Mavi Boyut toplantıları sona ermiş oldu, bir daha da böyle sürekli toplantılara katılmadık, daha sonra bu tür bir araya gelme istekleri de olmadı değil, fakat yürümedi. Bu toplantıların tarihi, ele alınan konuların notları ayrı bir iz sürmeyi ve yazıya dökülmeyi gerektiriyor.

Bugün,  kocam, dostum, yoldaşım Ahmet Tüzün’ü kaybetmek, onunla yürüdüğümüz yollara ve yaptıklarımıza baktığımda,  etkinliklerde, günlüklerde izini sürünce yeniden anlıyorum ne kadar değerli işer yaptığımızı. Elimizdeki kültürel birikimle, yeniden bir ruh yaratma olasılığı var mıdır, sorusunu soruyorum kendime. Bu gücü, kültürel birikim açısından içimde duymama karşın,  kendi içimde kalarak, mevcut kültürel mirasımızı derli toplu geleceğe bırakmak için çalışmamın daha doğru bir karar olacağına inanıyorum. 


İmren Tüzün

Antalya, Mayıs 2016