29 Ağustos 2014 Cuma

Ağustos Böceği ve Karınca


                                                   


Ağustos Böceği ile karıncanın hikayesini bilmeyen var mıdır acaba? Ağustos böceği yaz boyunca durmadan ötüp, şarkı söylerken, karınca hiç durmaksızın çalışır, kış için hazırlığını yapar. Karıncalar kışın rahar ederken, Ağustos böcekleri açlıktan kırılıp giderler. Karıncanın çalışkanlığına övgüler yağdırılır, Ağustos böceği ise tembellikle suçlanır. Hatta bu ikisinin durumu zaman zaman insanlara da yakıştırılır. "Karınca gibi çalışkan adam" ya da "ne olacak ağustos böceği gibi tembel "denir.

Bu yaz nedense ağustos böceklerinin sesi daha mı çok çıkıyor da, üzerlerine yazı yazacak kadar beni etkilediler. Ağustos ayında artık ne kuşların ne de kumruların sesi kaldı.Gün boyunca ağustos böceklerinin sesini duyuyoruz. Ağustos böceği nasıl bir  yaratıktır ki onları görmüyoruz  bile. Bir ağacın kovuğuna saklanıp, durmadan orada ötüyorlar. Onların sesleri bazen insanı rahatsız edici olabiliyor. Hatta öyle yüksek ki çıkardıkları sesler, zaman zaman trafik gürültüsünün önüne bile geçebiliyorlar. 

Karıncalar öyle mi! Koskaca binalara tırmanıp, bütün evi istila edebiliyorlar. Mutfakta yere ekmek kırıntısı mı düştü, hepsi toplanıyorlar oraya. Hani canlarını acıtmayayım, kendi kendilerine kaybolurlar diyorsunuz; öyle inatçılar ki, kapıdan kovsanız, bacadan giriyorlar. Hatta bazen vücudunuzda gezintiye bile çıkıyorlar. Bir yerinizden ısırıveriyorlar. Önce sivrisinek mi var acaba diyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, karınca. Hem de şu minicik sarı karıncalar. İnsan bir an için kızıyor. Şu minick karınca, nasıl olur da benimle uğraşır diye. Benim tecrübeme göre, siyah, büyük karıncalar toprak üzerinde çalışıyorlar. Bir bakıyorsunuz önlerine koca bir yiyecek parçası almış taşıyorlar. Tabii ki, birçok da yardımcı karıncalar var. Biri gidiyor, biri geliyor.

Ağustos böceğine, onların arasındaki iletişime tanık olamadığım için bir yorum getiremiyorum. Herhalde onlar karıncalar gibi kolektif çalışma biçimini bilmiyorlar.

Öylece gece gündüz ses çıkarıp duruyorlar. 

Bir yazı daha yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Kimileri için olabildiğince eğlenceli geçiyor belki yaz, kimileri içinse ağustos böceklerinin sesine, karıncaların çalışkanlığına dikkat kesilecek kadar durgun. Ne kadar eğlenceli ya da durgun geçse de, doğa ve onun içindeki diğer canlılar kendini hissettiriyor ve bu dünyayı onlarla paylaştığımızı düşündürüyor bize.

İmren Çalışkan Tüzün
©Tüm Hakları Saklıdır.
“Ağustos Böceği ve Karınca” – Antalya Körfez -  25 Ağustos 2005, Perşembe- Sayfa 4 - Turizm&Ekonomi


 

"Şehir Koleksiyoneri"/"Der Staedtesammler"


 

                                                FREDDER WANOTH

                                              " Der Staedtesammler "

                                               "Şehir Koleksiyoneri"

                                          - Seçilmiş Malzemeler 1994 - 2004 -

                                                04.10.-23.10.2004

                                    Antalya Sanatçılar Derneği Galerisi (ANSAN)

                                               İmren Çalışkan Tüzün

 

 

Almanya'nın güneyinde bulunan ve en eski kentlerinden biri olan Nürnberg, "kardeş şehir" seçimini çeşitli ülkelerin güneyindeki, tarihi geçmişe sahip kentlerden yana yapmıştır. Antalya da Nürnberg'in kardeş şehirleri arasında yer almaktadır.

 

Ekonomik, sosyal ve kültürel alanda gelişen ilişkiler, 2000 yılından itibaren sanat alanına da yansıdı. Nürnberg Belediyesi, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Güzel Sanatlar Fakültesi'nin birlikte imzaladıkları protokol ile "sanatçı değişimi" projesi hayata geçirildi. Bu protokol çerçevesinde Nürnberg'den, Fredder Wanoth adlı sanatçı Antalya'ya geldi ve üç ay boyunca çalışmalarını sürdürdü. Wanoth, sürekli yanında taşıdığı kurşun kalemi ve eskiz defteriyle kentten çizimler yaptı, çizimlerinin yanına her geçirdiği günün notlarını düştü. Kentin fotoğraflarını çekti. Antalya ve yöresindeki antik kentleri gezdi. Bir süre kentin dışında bulunan Akdeniz Üniversitesi Sosyal Tesisleri'nde kaldıysa da, kenti tam duyumsayamadığı gerekçesiyle, Kaleiçi'nde bir pansiyona geçti. 01 Ekim - 29 Aralık 2003 tarihleri arasında yabancı bir sanatçı olarak Antalya'yı gözlemleme olanağı buldu. Antalya'da bulunduğu sırada oluşturduğu çizimlerin bir sergiye dönüşmesi fikri Antalya Sanatçılar Derneği tarafından desteklendi.

 

Wanoth, Antalya yat limanında bulunan küçük anfi tiyatrodan yola çıkarak, Antalya çevresindeki antik tiyatroların bir modelini kurmak istediğini belirtti. Ansan, sanatçıya 50 paket küp şekerin yanı sıra, projenin ve diğer mimari modellerin konulacağı, 70 x 150 cm genişliğinde, 80 cm ayak boyutu olan 3 masa yaptırdı. Sergi tarihinden bir hafta önce Antalya'ya gelerek, küp şekerleri kendi düzeni içerisinde bir araya getirerek model yapımına başladı.

 

04 Ekim 2004 Pazartesi günü, açılış öncesi Ansan Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çakcıl'dan sonra söz alan Nürnberg Sanatevi Müdürü Bay Jochen Bleistein  konuşmasının bir bölümünde

"Yabancı bir şehir sadece sanatsal üretimi teşvik etmez. Kendi kentinde yabancı olana izleyicilerin de dikkatini çeker, yeni bakış açıları sağlar. Aynı zamanda yeni ve alışılmış bakış açılarının sorgulanmasına da olanak verir" dedi.

 

Sergide, antik tiyatronun yanı sıra, İtalya'nın iki kenti Venedig ve Perugia'nın  kartondan yapılmış mimari modelleri de iki masanın üzerine yerleştirilmişti. Ayrıca, Wanoth'un Paris, Mainz, Antalya ve New York'ta oluşturtuğu şehir çizimleri, düştüğü notlarla birlikte duvarlara çerçevesiz olarak asıldı. Wanoth'un günlüklerinden çevrilmesini istediği bölümler çizimlerin altına konuldu. Bunlardan bazıları ise şunlardı:

 

"Kultur lebt vom Unglück"            (Adorno)

"Kültür felaketlerden beslenir"      (Adorno)

 

"Permanent erlittene vernachlaessigung provoziert maximale aggressive zu wendung"

                                                                                          (Fredder Wanoth)

"Sürekli yaşanmış ihmalkarlık en üst düzeyde saldırganlığa dönüşmeyi tahrik eder."

                                                                                          (Fredder Wanoth)

 

Sergi, bugüne kadar Antalya'da açılmış, izleyicilerin alışık olduğu görselliğin dışındaydı.

Düşünmeye yöneltirken, çok yakınımızda ama yine de bize yabancı olan tarihi antik tiyatrolara odaklanması açısından ilginçti. Sanatçı küp şeker ile çalışarak, sanat yapıtlarının ve mimari yapıların kalıcılığını da sorguluyordu bana göre. Zaman içerisinde kalıntıya dönüşmüş antik kentlerin başına gelenleri, bir gün, bugünkü kentlerin de yaşayabileceğine işaret ediyordu belki de.

©Tüm Hakları Saklıdır. 

Bir İstanbul Gezisi ve Sanat Fuarı



                                  

                Sanat Fuarı’nın başlamasından günler önce, gazetelerde 6. Uluslararası Sanat Fuarı’yla ilgili haberler yayınlanmaya başlamıştı. Ben de Sanat Fuarı’na gitmeyi düşünüyor,  fakat kesin karar veremiyordum. İki günlüğüne İstanbul’a gitmenin bir anlamı var mıydı? İşyerinden izin alabilecek miydim? Tüm bu soruların arasında, Seyahat Acentası’nı arayıp, uçaktaki yer durumunu sordum. Dönüş için sorun yoktu, ancak gidiş uçakları doluydu. Yedeğe yazdırmalarını rica ettim. Bir-iki gün sonra aradığımda uçaktaki yerimin hazır olduğunu öğrendim. İşyerinden izin sorununu da çözümledikten sonra biletin tanzim edilmesini istedim. 21.09.96 günü havaalanına giderken yolculuk duygusu beni sarmaya başlamıştı. Havaalanında Polis kontrolünden geçip, çıkış salonuna geçtiğimde ise yolculuk tam anlamıyla başlamış oldu.  

                Rahat bir yolculuktan sonra İstanbul’daydım işte. Ancak, eve ulaşmak epey bir zaman aldı. Eve geldiğimde, kardeşimin evde olmayacağını bilmeme rağmen, bir burukluk yaşadım. Hemen kendimi Sanat Fuarı’na atmak istedim. Taksiyle Sanat Fuarı’na geldiğimde saat öğleden sonra üç olmuştu.  

                Önce giriş ücretini ödedim. Kapıdan girişte, hemen, gözüme Falez Sanat Galerisi çarptı. Daha önceden edindiğim bilgiler doğrultusunda, Falez Galeri’deki “eller” sergisi bana ilginç geldi. Çok küçük boyutlarda çalışılmış işlerdi. Falez Galeri’den sonra serüven başladı. Genelde, yağlıboya çalışmalardan oluşuyordu sergiler. Nuri İyem’in resimlerinin sergilendiği bölüme geldiğimde, sanatçının, bilinen kadın yüzlerinin dışında bir kadın portresi ilgimi çekti. Ayrıca, bir peyzaj çalışması da güzeldi. Büyük bir bölümü figüratif resimlerden oluşan serginin bir bölümünü izledikten sonra, bir şeyler yemek üzere Kafeterya’da oturdum. Bir bardak çay ile tost yedim. Biraz dinlendikten sonra, kaldığım yerden sergileri izlemeye devam ettim. 

                İstasyon Sanat Galerisi’nde, Hülya Düzenli’nin sergisi hoşuma gitti. Alkent Actuel Art Galerie’de yerli ve yabancı sanatçıların oluşturduğu bir sergi vardı. Sergideki bütün resimlerin yuvarlak tuval üzerine çalışılması bir bütünlük yaratmıştı. Özellikle Sanat Fuarı için çalışılmış işlerdi bunlar sanıyorum. Galeri Baraz’da Turan Erol’un büyük boyutta resimleri yer alıyordu.  Turan Erol’da beni en çok etkileyen kahverengi ve maviyi uyumlu bir şekilde kullanması oldu. Galeri Baraz, Adnan Çoker, Mustafa Ata gibi bildiğimiz sanatçıların yanı sıra, Selva Genç, Gülgün Haksal gibi genç sanatçıların eserlerini de yer vermişti. Fuar’da Bilim Sanat Galerisi geniş bir sanatçı yelpazesini içine almıştı. Burada Utku Varlık, Mustafa Ata, Devrim Erbil, Süleyman Saim Tekcan gibi sanatçıların eserlerini gördüm. Süleyman Saim Tekcan’ın baskıları beni etkiledi. 

                Fransa’dan,  Mac  2000 grubunu görmek benim için iyi oldu. Yurt dışında resim çalışmalarının hangi boyutta olduğunu görebilmek açısından. Burada, özellikle François Millon’un soyut eserleri beni etkiledi. Yine, Mac 2000 grubu içinde Jean-Paul Boyer’in heykelleri şaşırtıcıydı. Bu heykeller cam, ahşap ve mikadan yapılmıştı ve değişik şekiller alabiliyordu.               

                Bir başka bölümde, Teşvikiye Sanat Galerisi’nde Ergin İnan’ın böcekler konulu resim sergisi vardı. Geçmişteki resimlerini bildiğim için, bu sergide yer alan resimlerinde daha renkçi bir anlayış benimsediği fark ediliyordu. Galeri G N G’de Nurcan Giz’in resimleri beni oldukça etkiledi. Mavi ve gri yüzey üzerindeki o küçük ve sarı lekeler tam yerli yerine oturmuştu.  Galeri Artist’de Fahr El Nissa Zeid’in eserleri sergileniyordu. Zeid’in resimleri hakkında daha önceden bilgim vardı. Orijinal yapıtlarıyla karşı karşıya gelmek heyecan vericiydi benim için. Özellikle, küçük soyut çalışmalarındaki renk  oturmuşluğu ustalığını gösteriyordu. Urart Sanat Galerisi’nde Arzu Başaran’ın el yapımı kağıt üzerine karışık teknikle yapılmış işleri beni etkiledi. Atrium Sungur Sanat Evi’nde Burhan Uygur’un sunta üzerine yağlıboya çalışmasındaki kırmızı renk hafızama kazındı sanki. Artisan Sanat Galerisi’nde ise Komet ve Avni Arbaş’ın eserlerini gördüm. Burada Avni Arbaş kendi portrelerini sergiliyordu. Komet’in pentür çalışmaları da güzeldi. 

                Biraz daha arkalara gidip kitaplara göz gezdirdim. Özellikle, Modigliani ile ilgili bir kitap ilgimi çekti. Ressamların o kadar az resimlerini biliyoruz ki, kapsamlı araştırmalar bu kadar güzel basımla Türkçe’ye kazandırılabilir mi? Kitapların çoğu İngilizce olarak yayımlanmıştı.  Ekspresyonist  sanatçılar üzerine bir kitap aradım, ancak bulamadım. Bana göre, resim malzemelerinin Fuar’da yer almaması bir eksiklikti.  

                 Fuar’daki galerileri dolaştıktan sonra, bir yorgunluk çalı daha içip, eve dönmek istiyordum. Kafeteryada otururken, tesadüfen uzun süredir görmediğim kuzenimle karşılaştım. Tesadüfler yaşamın bir parçası.  

                İstanbul’a gelmişken İstiklal Caddesi’nde yürümeden olmazdı. Kalabalığın arasına karışıp The Marmara Otele kadar yürüdüm. Oradan taksiyle kardeşimin evine döndüm. Kardeşim ve kedileri beni karşıladılar. Bir yandan sohbet edip diğer yandan çayımızı içtik. Daha sonra güzel bir akşam yemeği hazırlayıp yedik. Uzun süre sonra iki kardeş yine bir aradaydık. Uzun bir sohbetten sonra uykuya daldık. 

                Ertesi sabah kardeşimin arkadaşında kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra tekrar Sanat Fuarı’na gittim. Bu sefer heykellere zaman ayırdım. Antalya’da heykel sergisi görme imkânı olmadığı için, burada değişik tarzda yapılmış heykelleri inceleme olanağı buldum. Fuarı yeni baştan gezdim, kafamda pek çok soru oluştu. 

                Fuar neden düzenleniyordu?

                Sanatçıların yeni eserlerini göstermek için mi?

                Sergilenen eserlerin estetik düzeyi ne kadar dikkate alınmıştı?

                Burası bir Fuar olduğuna göre, neden sadece İstanbul, Ankara galerileriyle katılım var?
 

Anadolu’dan, sadece, Mersin’den Art Home Sanat Galerisi ve Antalya’dan Falez Galeri katılmaktaydı. Falez Galeri, Antalya galerisi olarak yine İstanbullu sanatçılara yer veriyordu. Bunu söylerken şunu yadsımak istemiyorum. Falez Galeri’nin Antalya sanat ortamına çok büyük katkıları vardır. Bu bağlamda neden Türkiye’deki galerilerin tamamı davet edilmiyor? Anadolu’da çok mu galeri var diye sorulabilir. Bana göre, Türkiye’de mevcut olan tüm galeriler ve yurt dışından da daha geniş galeri kitlesi davet edilmelidir.                

                Sanat Fuarı’nın ticari yönü ağır basmakta ve sanatçıların eserlerinin bir çok galeride sergilenmesi bütünlüğü bozmaktadır.  

                Kırmızılar, yeşiller, sarılar, maviler, kahverengiler arasında geçen saatler sona ermek üzereydi. İstanbul gezisini küçük bir kafede tamamlayıp, Taksim meydanından Havaş servis otobüsüne bindiğimde, kardeşim ve arkadaşı bana el sallıyorlardı. Sahilde gidiyordu otobüs, boğaz ise gemilerle doluydu.

 

İmren Tüzün

Antalya, 08.10.1996

©Tüm Hakları Saklıdır.