10 Mayıs 2016 Salı

Bir Anti Kahraman Olarak Babam - İmren Tüzün


Bir Anti Kahraman Olarak Babam

 Akşam olduğunda, herkesin babası çocuklarıyla akşamını kurarken benim babam uzaklarda olurdu çoğunlukla. Bazen nereye gittiğini bile bilmez, bir telefon,  bir haber gelecek diye yolunu gözlerdik. Süre çok uzadı mı abim aramaya çıkardı babamı. Bulur getirirdi onu, nerede olduğu, neden gelmediği, neden haber vermediğini sorgulayamazdık, o da sanki dün gitmiş de bugün dönmüş gibi evin günlük yaşamına uyum sağlardı.

Gelir gelmez, evin etrafını temizler, çalı çırpı ne varsa tırmıkla bir araya toplar, yakardı hoş görünmeyen ne varsa. Bize de bir çeki düzen gelirdi, akşamüzeri okuldan geldiğimizde elimize ekmek alıp yememizi istemez, akşam sofrasını beklememiz gerektiğini söylerdi. Bir de akşam eve geç giremezdik, oyunlarımızı bölmek zorunda kalırdık, babam disiplin demekti biraz da.

Babamın ruhu Demre’ye dar geliyordu, fakat çocuklukta bunu anlamamız mümkün değildi elbette. Bir çocuk olarak, onun akşam evde olmasını, aykırı ve isyankar bir insan olmasının getirdiği söylentileri duymak istemezdik.  Kırsal kesimde böyle davranışlar hoş karşılanmaz,  en yakınları dahil herkes tarafından cezalandırılmaya, elindekini kapmaya bir olanak sağlardı çoğunlukla.

Çocukluğumdan bir söylenti kalmış belleğimde. Bu hakikaten gerçekten söylenmiş midir, yoksa benim hayalim mi yaratmıştır, ara sıra aklıma gelir yine de. Babamın kedilerle çift süreceği gibi bir söylentiydi bu, çocuk kalbimi ne kadar etkilemiş olmalı kim bilir.

Bazı meslekler vardır ki, babadan oğula devam eder. Babam okumak istemiş, hatta bunun için çaba da harcamış, fakat dedem engel olmuş, babamın anlattığına göre. Durum böyle olunca o da babası gibi çiftçilik ve tüccarlığı devralmış babasından. Çocukluğumda, Demre’den İstanbul’a sebze - meyve gönderirdi babam.

Gündüz satın aldığı domates, baskülde tartılırdı, ona göre ödeme yapılırdı üreticiye. Biber, patlıcanlar akşama kadar işçiler tarafından ahşap kasaların içine yerleştirilen pelüş kağıtların üzerine özenle dizilirdi, büyük bir özen vardı, “domates işleme” denirdi o zamanlar. Akşamüzeri kamyonlar evin önüne yanaşır, bu sefer özenle işlenen, üzeri bobin ipiyle sarılan kasalar  yerleştirilirdi kamyonlara. Hatırladığım kadarıyla irsaliye kesiliyordu, kaç kasa yüklenmiş hesaplanır, gece yola koyulurdu kamyonlar İstanbul’a doğru. Nedense aklımda daha çok İstanbul’la çalıştığı kalmış.

O yıllarda, yapılan işlerin sigortasını kontrol eden Nermin Hanım vardı. Nermin Hanım, bazı akşamlar bizim evde kalırdı. Annemin ona ne kadar özenle davrandığını hatırlıyorum.

Babam daha sonra, İstanbul yollarına koyulurdu, gönderdiği malların hesabını görmek, parasını almak için.  Amcam Mehmet Çalışkan o yıllarda İstanbul’da okuyordu, babamın söylediğine göre Amcam babamın çalıştığı yerlerden para alabiliyor, sıkıntı çekmiyordu.

Daha sonraki yıllarda, Avşar’da, Annemin tarlalarına elma diktirdi, iki büyük elma bahçesi yetiştirdi. Bu sefer, 80’lerde Avşar’dan elmacılık yaptı. Elma kilo başına alınmazdı genellikle, tüccar bir elma bahçesini gezer, ürüne değer biçer ve bahçenin elmasını toptan alırdı. Babam da toptan aldığı elma bahçelerinden, kışın da yaklaşmasıyla genellikle zarar etmiştir, verdiğimiz emekler heba olmuştur çoğunlukla. Şimdi ne o elma bahçeleri kaldı, ne de yaylayla ilişkimiz. Babam yaylayı severdi, Avşar’dan çok Akçay ve Gömbe’ye tutkundu. Akçay’ı sevmesinin nedeni, Akçay daha hoşgörülü bir yerdi o yıllarda. Sineması, kahveleri,  insan ilişkileriyle babamın rahat ettiği bir yerdi. Belki de, teyzesine, Emine Teyze’ye yakın olmak istemiş de olabilir. Severdi onu, belki babaannemden bile çok.

Hatırlarım, babam ne zaman bahçelere gitse, elinde küçük bir çamur yuvarlayarak geriye dönerdi. O çamur elinden eksik olmazdı. Anlattığına göre, çocukluğunda çamurdan develer yaparmış, herhalde heykel yapmaya yeteneği varmış. İnsan Likya’da yaşar da meyil etmez mi heykele. Babası çamurdan develer yaptığı için dövmüş onu, yapmasını istememiş. Babamın içinde ukde kalmış çamurla uğraşmak. Oysa o güzel parmaklarına yakışırdı heykel yapmak.

Babamın içini yakan diğer bir anısı da halamla yaşadığı bir çocukluk anısıdır. Dedem Hacı Ahmet, Yavu köyünde yaşarmış, ahşap iki katlı bir evde. Yukarısı ev, aşağısı da bakkal dükkanıymış. O yıllarda tek bakkal dükkanı dedeme aitmiş. Yoksulluk diz boyu tabii, insanlarda para yok. Babam yoksullara para almadan bisküvit arası lokum verirmiş, yukarıdan bir delikten babamı izleyen halam babamın bedava verdiğine tanık olmuş ve dedeme şikayet etmiş babamı. Dedem, fena dövmüş onu, canını acıtmış. Babam, bir yerde yoksulluk görse, kendini hiç düşünmez, elinde avucunda ne varsa o insana verirdi.

Eline geçen mirası hak etmediği düşüncesiyle,-dedemin kazancını hak ederek kazanmadığına inanıyordu-, kaybetmeye meyilliydi. Çocuklarına bir karış toprak bırakmayacağını söylerdi, yaptı da.

Babam hep bir Dostoyevski kahramanını anımsatır bana, tutkuları ve zaaflarıyla. Sigara ve kumar en büyük tutkusuydu, o nedenledir ki, ne zaman bir kumarbaza kötü bir söz söylense, benim içim kabul etmez. Bu tür tutku ve bağımlılıkların temelinde, engellenmiş bir yaratıcılık olduğunu düşünürüm. Eğer babam, dedemin öngördüğü yaşamı değil de, kendi istediği yaşamı sürebilseydi, kim bilir ne cevher çıkardı ortaya.


İmren Tüzün

Antalya, 10 Mayıs 2015

©Tüm Hakları Saklıdır.


Babam Gündüz Hayrullah Çalışkan - Foroğraf: İmren Tüzün