Kıymetlim Ahmet'e...
Yıl 2007, günlerden 14 Şubat. Atlanta’dan New York’a uçmak için sabah erkenden arkadaşım Deanna Sirlin beni Atlanta Havaalanı’na bırakıyor. Dünyanın en büyük havaalanlarından birinde, kontuarı bulmak, check-in yaptırmak pek de kolay olmuyor. Tek başınalığın getirdiği tedirginlik var üzerimde. Çıkış kapısına gidip oturuyorum, tetikteyim. Bir hareketlenme oluyor, ben de hemen ayaklanıyorum telaşla. New York’a giden bütün uçaklar kar yağışı nedeniyle iptal olmuş. Uçak biletleri yeniden düzenleniyor, fakat uçuş saati belli değil. Herkes de bir gerginlik var. Akşam sekizden önce kalkmayacağı söyleniyor uçağın. O sıralarda Antalya’da tanıştığım Amerikalı Doris Miracle bana cep telefonunu vermişti kolaylık olsun diye. Yanlışlıkla çantam yerine bavula koymuşum telefonu. Kimseyi arayamıyorum.
Business Center olduğunu öğrenince, hemen çıkıyorum üst kata. Ahmet’i arıyorum telefonla, fakat ulaşamıyorum. E-maillerime bakıp oyalanıyorum, bir kez daha arıyorum. Nihayet ulaşıyorum. Sevgililer Günü’nde ayrı olmanın burukluğu var ikimizde de. Uzun uzun konuşuyoruz, o bana takılıyor, “Amerika’ya bensiz gittin” diyor. Ben de ona, “Sen Altın Portakal Şiir Ödülü’nü bırakabilseydin beraber giderdik” diyorum. Ses arada gelip gidiyor, son konuşmalarımızı iyi anlamamış olacak ki, bir an paniğe kapılmış Ahmet. Güya, ben, Antalya’ya dönmeyeceğim demişim. Hemen taksiye atlıyor, Çakırlar’da oturan arkadaşımız Françoise’ye gidiyor. “İmren seni aradı mı hiç?” diye soruyor. O da, “yok aramadı diyor.” İçine düştüğü tedirginliği tam da anlatamıyor, geriye dönüyor. Ahmet, beni kaybedeceği korkusu yaşıyor o gece. Ben ise tüm bunlardan habersiz, gece yarısı New York’a uçuyorum, bavulum çıkmıyor, gece yarısı Hisami Holland’ın bana bıraktığı anahtarı alıp, sanki kendi evimmiş gibi kapıyı açmaya çalışırken, Hisami kapıyı açıyor, o da çok merak etmiş beni, hayatımda ilk kez karşılaştığım Hisami Holand beni öylesine sıkıca sarıyor ki, annemin kollarındaymışım gibi hissediyorum kendimi, güven doluyor içime onca tedirgin geçen saatlerden sonra.
Hisami’nin stüdyosu Japon iletişim araçlarıyla donatılmıştı adeta. Ahmet’i arıyorum, durumumu bildirmek için. O da içindeki korkuları bana anlatıveriyor hemen. Yanlış anlamışsın, döneceğim ben, merak etme diyorum. Ahmet’in varlığı nereye gidersem gideyim benim arkamda en büyük destekti. Oradaydı, evimizdeydi, o bir yere gitse ben de onun için öyleydim. Birbirimizi habersiz bırakmazdık hiçbir zaman.
Yıl 2012, Sevgililer Günü’nde Ahmet yoğun bakımda. Ziyaret saatinde biraz daha uzun kalıp, ona Taraf gazetesindeki Sevgililer Günü’yle ilgili bir yazıyı okuyorum. Dinliyor, duyuyor beni. Doktor B, gelip biraz alayla bakıyor bize. “Eşlerimiz bize evde bile gazete okumuyor “diyor. Canımız sıkılıyor, isteksizce gülümsüyoruz. Gazeteleri toparlıyorum, Ahmet’i orada bırakıp çıkmak ne zor geliyor bana.
Yıl 2013, 14 Şubat. Beni terk edeli bir yıl oluyor neredeyse. Havada şimşekler çakıyor, ortalık sel suya karışıyor. Canım durmuyor bir türlü. Taksiye atlayıp Uncalı’ya gidiyorum. Bir demet çiçeği o karanlık kış akşamüstünde Ahmet’e koyarken su içinde kalıyorum. Gözyaşlarım yağmurla yıkanıyor.
Yıl 2014, bugün. Yağmurlu bir sabaha uyanıyorum. Anılar dönenip duruyor , “Aşk bir Güldür İçimizde” şiir çevirisi aklıma düşüyor, sonra da evliliğimizin ilk yıllarında bana daktilo ettirdiği şiiri; “Kıyıda Durma”. Geçmişimizi hatırlatıyor bana şiiri.
Hava açılıyor biraz, hemen yola koyuluyorum. Bu sefer Recep Peker Caddesi üzerindeki çiçekçi hanımdan alıyorum bordo, beyaz renkteki çiçekleri. Ahmet’in en sevdiği renkti bordo.
Yola koyuluyorum, Ahmet’e ulaşıncaya kadar yağmur müsaade etse de bastırıyor aniden. Mezarlıkta kimsecikler yok sanki. Ahmet’e kendi şiiri,”Kıyıda Durma”yı okuyorum, sonra da Necati Tosuner’in Dünya Öykü Günü bildirisini. Sesli okuyunca daha sıcak ve insancıl buluyorum bildiriyi.
“Yaşadığınız öyküler dilerim güzel bitsin!” diyor Necati Tosuner.
Bizimki güzel bitmedi diyorum, hüzün kaplıyor içimi.
İmren Tüzün
©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved