Emel Abla, kızı, Nilgün Erentay ve ben, saat 19:30’da Horne’nin
atölyesine ulaşmıştık. Benim ilk gidişim değildi, atölyeyi daha önce de ziyaret
etmiştim. Fatma Meral, uzun boyu, kendi
tasarladığı elbisesi ve görmüş geçirmişliğiyle insanı etki altına alıyordu.
Uzun gecede, kendi hazırladığı ekmek üzerine sürdüğü peynirle birlikte çay sundu
bize.
Fatma Meral, Uzakdoğu’da çektiği fotoğrafları, yine oradan
aldığı kumaşlarla kendi tasarladığı giysileri tek tek, özelliklerini de
anlatarak tanıtıyordu. Giysiler, renkli ve ince halleriyle, keşke benim olsa
duygusu uyandırıyordu.
Atölye ortamında saate bakmaya unutmuştuk. Artık dönelim
diyerek, Fatma Meral’le vedalaşıp evden
ayrıldık, durağa geldik. Gece yarısı çoktan geçmiş olmasına karşın, dal
kıpırdamıyordu, boğucu bir sıcak hüküm sürüyordu gece bile. Saat 24:00’ü
geçtiği için otobüs gelmiyordu bir türlü. En sonunda ortaklaşa taksi tutarak
kent merkezine ulaşabildik.
Atatürk Caddesi’nde oturduğumuz için eve ulaşmam uzun
sürmedi. Ahmet henüz yatmamıştı, merak etmişti gecikince. Ertesi gün işe
gideceğim için hemen yattım. Yorgunluktan derin uykuya dalmış olmalıyım ki,
Ahmet beni uyandırdığında korktum. “Kalk İmren, İstanbul’da deprem oldu, Sıdıka’yı
ara, durumunu sor.” diyordu. Sersem gibiydim, yataktan kalktım, Sıdıka’yı cep
telefonundan aradım. “Bir okulun bahçesinde güvendeyim, merak etme” dedi.
O saatten sonra, televizyon başında, yaşamını kaybetmiş,
kurtarılmayı bekleyen insanların görüntüleri belleğimize silinmez bir şekilde işlendi.
Göçük altından sağ çıkmayı başaran insanlar tesellimiz oluyordu sadece.
…
Antalya’da, okulu bitirmiş, iş ararken, arkadaşım Pınar
Kızıloğlu Sönmez öğrenci evlerinin anahtarını göndermişti İstanbul’dan da,
kalacak yer bulma konusunda zorlanmamıştım. Ev buluncaya kadar kalacaktım,
fakat ailesinin de Antalya’ya taşınma kararından sonra, onun yerine bana
kalabilme olanağı doğmuştu, Güllük Caddesi’ndeki Çetin Köksal Apartmanı’nda. Ev
aramak için Pınar’la birlikte Annesi Suna Teyze de Antalya’ya gelmişti.
Ben işe yerleşmiş, düzenimi kurmak için zaman ayıramıyordum,
ayrıca ekonomik güçlük de çekiyordum. Annem, Demre’den yastık, yorgan, döşek ve
kilim göndermişti. Benim somya almam gerekiyordu.
1984 yılının Sonbahar aylarını yaşıyorduk, geceleri soğumaya
başlamıştı. Suna Teyze; “İmren kızım, sen çalışıyorsun, döşekte yatma,
hastalanırsın, sen benim yatağıma yat, ben yorganları üst üste koyar yatarım.” dedi.
Olmaz dediysem de kabul ettiremedim, bir süre onun yatağında yattım. O da bir
süre sonra, evi taşımak üzere İstanbul’a döndü.
Fevzi Çakmak Caddesi’nde bir ev tuttular, güzel bir evdi,
çok da güzel döşemişlerdi. Ara sıra gelir giderdim, sanki ikinci evim gibiydi.
Belleğimde kalan pek çok anı var.
O yıllarda kültür sanat etkinlikleri çok zayıftı Antalya’da.
Tiyatro, Opera yoktu. Edebiyat etkinlikleri ve sinemalar canlıydı biraz.
Antalya’ya uyum sağlayamadı Suna Teyze,
Pınar da okulu bitirince İstanbul’a dönmeye karar verdiler.
80’li yılların sonuna doğru, İstanbul’daki evlerinde ziyaret
etmiştim Suna Teyze’yi. Daha sonra bağımız zayıfladı. Facebook aracılığıyla
Pınar’la bağlantı kurduğumda, Suna Teyze’nin 17 Ağustos 1999 depreminde Çınarcık’taki
yazlıklarında yaşamını yitirdiğini öğrendiğimde içime bir ateş düştü.
Yaşamda karşılaştığımız insanlar bakış açımızı, değer
yargılarımızı oluşturmamızda etkili olurlar. Suna Kızıloğlu Sönmez de, özverisi
ve duyarlılığıyla belleğimden hiç çıkmadı.
17 Ağustos’ta yaşamını kaybeden insanların acısı hala
yüreğimizde, toplumsal bir acı olarak belleğimize kazındı, unutmuyoruz o günü.
İmren Tüzün
Antalya, 17 Ağustos 2015