8 Nisan 2017 Cumartesi

Günlükler Arasında - İmren Tüzün

                        Günlükler Arasında

Ortaokul’dan sonra, Demre’de Lise olmadığı için,  annemden ağlaya ağlaya kopmanın üzüntüsüyle, -bahçede durmadan ağladığım bir günü hatırlıyorum, annemin beni teselli ettiği-,  Erzurumlu bir ailenin yanında,  yatılı olarak okumak için Antalya’ya geldim. Okul bir yana, orada okuyacağım klasiklerle karşılaşmak bana annemden ayrılmanın getirdiği üzüntüye merhem gibi gelmişti.

Bu ayrılık, aynı zamanda bana kısa kısa notlar almanın da yolunu açmıştı. Daha sonra yüksekokul, iş hayatı derken, sürekli notlar yazarak kendi varlığımı hissettirmenin bir yolu olmuştu notlar.

1997 yılından itibaren ise, düzenli günlükler yazmaya başladım. Günlükler deyince, insanın aklına kendi günlük yaşamına ait  detaylar yazmış gibi geliyor. Geriye dönüp baktığımda, toplumsal ve dünya sorunlarına dair düşüncelerimi de yazdığımı görüyorum. Adaletsizliğe, eşitsizliğe çocukluğumdan beri karşı olduğumu hatırlıyorum. Fakat hiçbir zaman direkt olarak siyasetin içinde  yer almadım, kendimi siyasete yakın hissetmedim. Fakat izlemekten de geri durmadım, Türkiye’de ve dünyada olup biten her şeyi elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Ahmet’in de, bilinçli bir insan olması, özellikle 1970’li yıllarda ve 1980 sonrası yaşanan acıları nasıl içselleştirdiğine hep yakından tanık oldum, edebiyat, kitap kadar ortak bir bakış açımızın olmasının da birlikteliğimize kuvvet kazandırdığını söyleyebilirim.

Günlüklerde kalmış yazılarım, aslında ileriyi gören bir perspektif sahibi olduğumu da gösteriyor.  01 Nisan 2003 tarihli günlük defterimde yer alan görüşlerim,  coğrafyamızda yaşanan acıların
içselleştirilmesi ve geleceğe yönelik kaygılarımı içeriyor.

                                                                                               
---
Bugün, 01 Nisan 2003, saat 13:40. Bu yılın da üç ayı gitti, yaşanılan ve yaşanılamayanlarla, acılarla, umarsızlıklarla. Savaşın, Irak savaşının 13.cü günü. Savaşın ilk günleri Amerika, Irak halkının direnmeyeceğini düşünüyordu ve yapılan yorumlar da bu yöndeydi. Geldiğimiz nokta hiç de böyle değil. Irak halkı büyük bir direniş gösteriyor Amerikan ve İngiliz askerlerine karşı. Hatta, yaralı bir İngiliz askeri, ki Amerikalı bir asker vurmuş tanklarını-, onlar bile Amerikalıların dehşeti karşısında ürkmüşler ve iki-üç İngiliz askeri savaşmayacağını söylediği için İngiltere’ye geri gönderilmiş. Durum biraz da Müslüman – Hristiyan çatışmasına doğru gidiyor gibi. Dünyada, özellikle Avrupa’daki radikal İslamcı Araplar Irak’a  savaşmaya gitmek için toplanıyorlarmış, intihar eylemleri yapmak için. Bu da çok ürkütücü geliyor bana. Dünyanın her tarafında, Türkiye’de de eylem yapabilirler.

Öte yandan televizyonda izlediğimiz Iraklıların durumu iç acıtıcı. Fakirlik, açlık, üst baş her haliyle insanın içini ürpertiyor.  Başkentlerin dışı her zaman yoksul kalmaya mahkum sanırım.

Her ne olursa olsun bu savaş durmalı. Amerika kovboyluk gösterilerini bırakıp, Saddam gibi diktatörleri değiştirmeyi kendi halklarına bırakmalı. Diğer türlü, Ortadoğu bir kan gölüne sürüklenebilir. Şimdi de Suriye ve İran’a ihtar çekiyor Amerika. İran ve Suriye ihtiyatlı davranmalı bu durum karşısında. Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell Ankara’ya geliyormuş bu gece yarısı. Yeni bir yardım talebi mi yoksa nedir?

Dünyanın hali berbat ve ben atölyede bir şeyler yapmaya çabalıyorum.

...

Bugün az çalışmayı düşünüyorum. Yarın filiz isimli genç kız bana  modellik yapmaya gelecek.  Çizim de zayıf olduğumu biliyorum, ancak figürlerim yine de kendine özgü diye düşünüyorum.

İmren

---

Aradan kaç sene geçmiş, bir Nisan daha geldi, sorunlar değişmemiş, Ortadoğu olabildiğince acıyla yüklendi bu geçen süreç içinde.

Artık bu coğrafyada savaş olmasın, halklar kendi kaderine sahip çıksın, en çok da çocuklar, Idlip’de olduğu gibi kurban olmasın, yüzleri gülsün, geleceğe dair bir umutları olsun...


İmren Tüzün

5 Mart 2017 Pazar

Ahmet Tüzün Arşiv Çalışmaları - İmren Tüzün



“Arşiv ilkin, söylenebilen şeyin ilkesi, ifadelerin bireysel olaylar olarak ortaya çıkışını yöneten sistemdir.” Foucault

Yıl dönümleri, aradan geçen bir yıl içinde, kaybettiklerimiz adına yaptığımız çalışmaları yeniden gözden geçirmemize vesile oluyor. Yaşama veda edenlerin, arkasında bıraktıkları kültürel mirasa sahip çıkabildiğimiz ve sürekliliğini devam ettirebildiğimiz zaman, bizim varlığımız da anlam kazanıyor. Parçalanmış bir geçmişi, bütün halinde tutabilmenin mücadelesi, yaşam direncimizi ayakta tutuyor.

Geçen bir sene içinde, Ahmet Tüzün, dolayısıyla aile arşivimiz için planladığım çalışmalar, kız kardeşimi kaybetmenin verdiği sarsıntıyla istediğim şekilde ilerleyemedi, deyim yerindeyse acılar üst üste geldi.

Geriye dönüp baktığımda, kütüphanenin arşivlenmesi, kataloglamasının  yapılabilmesi için bir sistem kurmamızın önemli bir adım olduğuna inanıyorum. Kütüphanenin adını; imrenahmetuzunkutuphanesi.org/
imrenahmettuzunlibrary.org olarak belirledim. Söz konusu sistem, kitabın bibliografik bilgilerinin (marc bilgileri)girilerek, kataloglamayı sağlıyor. İstenildiği takdirde, iki farklı şube açılarak, kitaplarımızın adımıza arşivlenmesi mümkün olabilecek. Bu sistemin yürürlüğe girebilmesi, bilgi ve belge yönetimi mezunu bir kütüphaneciyle çalışmayı zorunlu kılıyor.

Kütüphane’nin türlere ayrılması, dergilerin manuel olarak arşivlenmesi büyük oranda tamamlamış bulunuyor. Dergilerin manuel arşivlenmesi, kataloglama esnasında büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dergilerin izinde, Ahmet Tüzün yazılarının çoğu tespit edildi, listesi çıkarıldı, yerel dergi ve gazetelerde  yayımlanmış kent ve kent kültürü üzerine yazılar ile edebiyat dergilerinde yayımlanmış şiir çevirileri, eleştiri yazıları ve Sempozyum bildirileri kitaplaşmayı bekliyor.

Bir arşivin tasnif edilmesi sürecinin, bugünden yarına tamamlanıp bitirilecek bir iş olduğunu düşünemeyiz. Uzun soluklu, sabır gerektiren  ve derinlemesine bir çalışmayı zorunlu kılıyor. Yazarların kişisel tarihleri ve çalışmalarına gün geçmiyor ki yeni bir yazı, bilgi ve belge eklenmesin.



Edebi ve kültürel mirasımızın geleceğe aktarılması için daha ciddi çabalar göstermem ve kurumsallaşma yönünde adım atmam gerekiyor.

Kişisel gayretlerimi anlayarak, bana destek olan kişi ve kurumlara teşekkür ediyor, edebiyata ve sanata verilecek desteğin kültürel birikimimize değer katacağına, gelecek nesiller için bir kazanım olacağına inanıyorum.


İmren Tüzün

20 Şubat 2017 Pazartesi

Boşluk / İki Kara Bulut - İmren Tüzün


Boşluk
                                                      Ahmet ve Sıdıka’ya...

Göz yaşlarım sel oldu
Aktı içime
Ne yapsam, ne yapsam nafile
Çıkmıyorsunuz aklımdan
İçimde derin bir boşluk
İki ağır kayıp, iki genç ölüm
Biri kocam, diğeri kardeşim
İkisine de yetemedim, yetişemedim
Çabalayıp durdum
İkisinin sevgisinin arasında
Hiçbirinden vazgeçemedim.

İmren Tüzün
Antalya, 10 Ocak 2017


Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved

İki Kara Bulut

                                             Karşıtlıklara/ Düalite'ye...
                                                                
Baş başa vermiş
İki kara bulut gibi
Öfkeliyiz, kafa tutuyoruz
Yaşama ve adaletsizliğe

Bir gün gelir, bir gün gelir
Barışırız seninle
Güler yüzümüz
Tüm karanlık günler
Geçer gider
Alıcı kuşların
Kötü ruhlarından arınır
Yaşama karışırız.

İmren Tüzün

Antalya, 08 Ocak 2017

Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved

30 Aralık 2016 Cuma

Kimi Görsem Ömrüme Zarar / Karşılaşmalar - İmren Tüzün

Kimi Görsem Ömrüme Zarar

Kimi görsem  ömrüme zarar
Zehirli bir dil taşıyorlar
Ağızlarının içinde
Fırsatını kolluyorlar
Akıtmak için birikmiş kinlerini
Anlıyorsun o anda niyetlerini
Bırakmıyorsun elden tedbiri
Soğukkanlılığını koruyorsun sen de
Bir yılan misali

İmren Tüzün

Antalya, Kasım 2016



Karşılaşmalar

Ey Kalbim! Geç git artık
Ruhu kararmış insanlardan
Yeni yüzler ara, yeni ruhlar
Kuşku duy  ama korkma!
Yeni bir insan tanımaktan
Gilles Deleuze’ün dediği gibi
Zararlı karşılaşmalardan
Korusun Tanrı seni
Yararlı karşılaşmalar
Bağışlasın sana.

İmren Tüzün


Antalya, Kasım 2016


Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved

25 Ekim 2016 Salı

Annemin Makarna Kesme Günleri - İmren Tüzün



Bu sabah radyoda, 25 Ekim’in, “Dünya Makarna Günü” olarak kutlandığını duyunca, eski günler aklıma düştü. Makarna deyince Annem ve Sıdıka aklıma gelir.

Her Sonbahar bir makarna kesme telaşı yaşanırdı bizim evde. Annem, günlerce tavukların yumurtalarını biriktirir, yetmiyorsa konu komşudan yumurta  satın alırdı. Makarnanın sarı renkli ve bol lezzetli olması için yumurta sayısının fazla olması gerekirdi.

Büyük bir hamur leğenine,- genelde demir leğen kullanırdı annem-, unu koyar, bir tarafta kırdığı onca yumurtayı unun içinde oluşturduğu derinliğe döker, üzerine tuz serperdi. Yavaş yavaş yoğurmaya başlar, genelde yumurtalar hamur yapmaya yeterli gelirdi, su kullanmazdı çok fazla.  Hamur bir süre dinlendikten sonra, yardıma gelen kadınlarla birlikte,- halamlar ya da komşular olurdu genellikle-, bezeler senitte hafif kalınca yufkaya dönüştürülürdü.  Hiç unutamadığım beyaz ve temiz çarşaflar üzerine serilirdi yufkalar, saçta pişirilmezdi.  Hamurun tamamı yufkaya dönüştükten sonra,  kuruması beklenirdi, aşırı da kurumaması gerekirdi, yoksa kesmek zorlaşırdı. Bu arada öğle yemeği yenir, çay içilirdi.

Çarşafların üzerindeki yufkalar özenle toplanır, üst üste koyulur ve beş altı  santim kalınlığında parçalara ayrılırdı. Yüksekliği de en az altı yedi santim olurdu bu parçaların. Makarnayı ince ve düzgün kesmek maharet isterdi. Annem düzgün kesilmesine çok önem verir, bu konuda yetenekli insanları çığırırdı makarna kesmeye.  İncecik parçalara ayrılan makarnalar, güneş gören bir odaya serilen temiz çarşaf üzerine yayılarak bir iki gün kuruması için belenirdi. Kuruduğuna emin olduktan sonra,  makarnaları temiz keselere koyardı annem. Artık, bütün kış boyunca yenecek makarna hazırlanmış olurdu. Çocukluğumda hazır makarna nedir bilmiyordum, makarna sadece annemin yaptığı makarnaydı benim için.

Annem, makarnayı  haşladıktan sonra suyunu dökmezdi, makarnayı süzer, suyuna da çorba yapardı. Tereyağlı makarnaların tadına doyum olmazdı doğrusu.

Şehre geldikten sonra hazır makarnaları yemeye başladım.  1976-77 yılı olmalı, Lise öğrencisiyim,  Erzurumlu Yurda Abla ve Cevriye Teyzeyle kalıyorum.  Bir akşam, Yurda Abla, “Bu akşam erişte pişireceğim.”, dedi. Ben de; erişte çok ilginç bir yemek herhalde, diye düşünüyordum. Meğer makarna annemin evde yaptığı makarnanın adıymış, bu anıyı da hiç unutmam.

1990’ların sonuna doğru, Sıdıka çalıştığı araştırma şirketinde Barilla makarnalarının Türkiye’de nasıl karşılanacağı konusunda bir araştırma yapıyor ve pek çok insanla birebir görüşmeler gerçekleştiriyordu. Bu süreçte hiç unutmadığım bir zaman dilimidir.  Ne zaman Barilla makarnası görsem Sıdıka’yı anımsarım.

Bugün artık,  Türkiye’de üretilen makarnaların yanı sıra özellikle İtalya kökenli makarnaları da görüyoruz market raflarında, pek çok çeşidini bulmak mümkün,.


O hikayesi olan makarna günleri ve  sürdürülebilecek pek çok geleneksel tadı  zamansızlık ve modernlik adına gerilerde bıraktık,  anısı belleğimizde yerini koruyor yine de.