10 Mayıs 2018 Perşembe

Dün Sana El Salladım Babacığım - İmren Tüzün



Biz seni öksürüğünden tanırdık. Çocukluğumda bizi bırakıp gidip kaybolurdun. Uzun süre senden haber alamazdık. Aylar geçerdi, bir bayram arifesinde ellerin kolların hediye dolu çıkar gelirdin. Daha sokaktan öksürüğün duyururdu gelişini. Her gelişin ayrı bir edaylaydı. Sen çok güzel giyinmiş olurdun. Üzerinde “neyir” marka kazaklar, dar paçalı pantolonların, yumurta topuklu ayakkabılarınla, şehir havası getirirdin eve. Oysa annem ve çocukların, yani bizler, köylü kalırdık yanında. O nedenle mi, nedendir bilmem, yorganın altından kafamızı çıkarıp, seninle konuşamazdık. Annem her zamanki olgunluğuyla neredeydin bunca zamandır demeden odasına alırdı seni. Senin yokluğunda biz bildiğimiz gibi yaşardık. Dağınık savruk. Sen sevmezdin dağınıklığı. Her gelişinin, hemen ertesi günü evin etrafını kolaçan eder, çalıyı çırpıyı toplar yakardın. Çok severdin ateş yakmayı. Eve ve bize bir düzen gelirdi. 

Akşamüstleri okuldan sonra öyle elimize ekmek alıp yememizi istemezdin. Akşamı bekleyin, sofrada yiyin derdin. Ha bir de şu getirdiğin mantolar, botlar yok muydu, onları okula giyip giderken diğer çocuklardan çok utanırdım, onlarda yok bende var diye. Okul yolunda yoksul arkadaşlarımın eski ayakkabılarını giyer, onlara botlarımı giydirirdim. O zamanlar senin bu ayrıksı, kent görmüş, bize medeniyet öğreten tavrından rahatsız olurdum. Dar kasabaların ayrık otlarına tahammülünün olmadığını bilmiyordum ben o zamanlar. Herkes gibi yoksul, sıradan olmak istiyordum.

Sen toprak, bağ, bahçe sahibiydin. Bugün herkesin almak için mücadele ettiği her şey sende vardı. Yanında yörende senin için çalışmış pek çok insan vardı. Ama sen toprağa bağlı, mal mülk sahibi olmayı hiç istemedin. Belki de çalışan insanların yoksulluğu, çektiği çileler seni üzüyordu. Belki de o yüzden çocuklarına bir karış toprak bırakmamak en büyük isteğindi. Bunu yavaş yavaş hayata geçirdin. Çeşit çeşit arabalara bindin, envai çeşit yemekler yedin Antalya’da, Bursa’da, İstanbul’da.

Senin kendine has, yabancı, arkasında ne bıraktığını düşünmeyen tavrın yıllarca başkaları tarafından sorgulanmana neden oldu. Annemi, beni ve kardeşlerimi az üzmedi bu tavırların. Elindekini avucundakini yok etmeye eğilimin, varlıklı olmaktan yoksulluğa düşürdü bizi. Yoksulluğu da öğrenmek gerekirmiş babacığım. Hayat tek taraftan bakılınca, başkalarının çektiği sıkıntıları göremeyince, hayatın anlamı olmuyormuş.

Ticaret hayatında olmuştu, saf ve dürüst halin, hilekâr olamayışın senin bütün çalışmalarını başarısızlıkla sonuçlandırdı. Çok hesaplı, kitaplı insanlardan değildin. Yedirip, içirmeyi, misafir ağırlamayı çok severdin. Yoksulları, farklı mezhepten insanları kucaklardın her zaman. Yabancı ve öteki yoktu senin için. Sadece kendini beğenmişleri sevmezdin, onlara "mürâi" ya da “okumuş ama adam olamamış” derdin.

Seni bu satırlara sığdırmak zor. Hastalığın nedeniyle, sen biraz daha duruldun. Eskiden sinirli, yanına yaklaşılmaz insandın. O zorlu hastalıkla mücadele ettiğin günlerde sakinleşmiştin. Çocukluğundan, babanın otoriter tavrından, askerliğinden, bizim için biraz sır kalmış hayatından bahsederdin. Çok anımsamak istemediğinden olsa gerek, “bu kadar yeter” konuşmayı keserdin.

Bir yabancıydın sen, ne zaman, nasıl çıkıp geleceği belli olmayan. Çocuklarının evine de haber vermeden gelmeyi severdin. Bir akşam alacakaranlığında ya da gece yarıları çıkıp gelirdin. Kapının zili çaldığında, “kim o “ diye sorardım. Adını söylemezdin hiçbir zaman .”Ben, ben, aç ,aç” diyen sesini duyardım. Sabahları çok erken kalkardın, gidiyorum, demeden çeker giderdin. Bir yabancıydın hayatımızda, hem tedirgin eden, hem de bir şekilde hayatın aykırılığını duyumsatan.

Biliyorum artık çalmayacaksın kapılarımızı. Ansızın çıkıp gelmeyeceksin. Ya da hastalığın boyunca yaptığım gibi telefon etmeyeceğim sana. Ani sıkıntılarınla beni korkutmayacaksın. Alışmak kolay olamayacak yokluğuna.

Sen dar kasabaların insanı değildin. Boğuldun, boğuldukça kaçtın. Evlerden çok yollar, oteller, kahvehaneler, sandalyeler dostun oldu senin. Anlaşılmadın, anlaşılamadın. İfade edemedin kendini.

Dün seni elleri üzerinde götürürken insanlar, o uzun kuyruk oluşturmuş insanlar, belki de kendi hayatlarında yaşayamadıkları aykırılıklarına da son görevlerini yerine getiriyorlardı. Sen önümden geçerken sana el salladım, diğer kadınlar öylece bakarken.

İmren Çalışan Tüzün
©Bütün Hakları Saklıdır.

3 Mayıs 2018 Perşembe

8.Türkiye Yayıncılık Kurultayı’ndan İzlenimler





Kitapla tanışmam, 1970’li yılların ilk başında Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” romanıyla olmuştu. O zamanlar bir kitabın nasıl yayımlandığı, künyesi ve bize nasıl ulaştığı konusunda bilgi sahibi değildim bir öğrenci olarak.

Lise yıllarımda, Yurdagül Gençler’in kitaplığında dünya klasikleriyle karşılaşmam okuma sevgimin oluşmasında önemli bir etmendir. Ancak, yayıncılık konusu hala ilgi alanım içinde değildi, asıl olan okumaktı benim için.

Ahmet Tüzün’le karşılaşmam, kitabın bir nesne olarak nasıl kotarıldığı, bir kitabın bibliyografik bilgileri, onun kitabı inceleyişi, benim için ikinci bir okul gibidir. Ortak tutkumuz kitap, gün geçtikçe bir kütüphane kurmaya yöneltti bizi. Hazırlık aşamasında Ahmet Tüzün hayata veda etti, dolayısıyla ortak tutkumuzun sorumluluğunu alarak, arşivimizde bulunan kitapları kataloglamak için yola çıktığımda, kitap basımının, özellikle kitabın bibliyografik bilgilerinin  ne kadar önemli olduğunu deneyimle öğrenmiş oldum. Bu süreçte, pek çok hatayla karşılaştık, hata arayıcısı konumuna düşmeyeceğimi bilsem bir listesini yapmak isterdim.

8.Türkiye Yayıncılar Kurultayı’nın 26-27 Nisan 2018’de gerçekleşeceği haberini okuyunca, kütüphanecilikle ilgili boyutu da olabilir düşüncesiyle izlemeye karar verdim.

Yapı Kredi Kültür Sanat - Loca’da 26 Nisan 2018’de saat 10:00’da başlayan  Kurultay’ın açılış konuşması Türkiye  Yayıncılar Birliği İkinci Başkanı Fahri Aral, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Koray Akay tarafından yapılmış, konuşmalara yetişemedim.

 Konuk Konuşmacı Martjin David’in “Kitap’ta Sabit Fiyatı Korumak: Hollanda Deneyimi”  başlıklı konuşmasında, Hollanda hukukunda kitap nedir? sorusuna verdiği cevapta, “dil, başlık, kağıt ve basım” anlamına geldiğini vurguladıktan sonra, sabit fiyat nasıl belirlenir, sabit fiyat nasıl yapılır sorularına açımlama getirdi ve sabit kitap fiyatı yasasının politik-kültürel bir araç olduğunu vurguladı. Yayıncılık kadar dağıtımcılık sistemi üzerine de bilgi verdi. Hollanda’da merkezi bir kitabevi bulunuyormuş, yayımlanan her kitap,- büyük, küçük yayınevi ayırdımı olmaksızın-, merkezi kitabevine gönderiliyor ve dağıtımı buradan yapılıyormuş. Bu bakımdan, küçük bir yayınevinin yayımladığı bir kitap da eşit bir şekilde okuyucuya ulaşma fırsatı buluyormuş.

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk’ün yönettiği 1. Oturum’da, “Kitapta Sabit Fiyata Neden İhtiyaç Var?” konusunu, Metis Yayınları’ndan Semih Sökmen, Arkadaş Kitabevi’nden Cumhur Özdemir, Turizm ve Kültür Bakanlığı, Rekabet Kurumu’ndan Ayşe Özlem Uzun ele aldılar. Cumhur Özdemir’in Almanya ve Türkiye’den verdiği kitabevi ve yayıncı sayısı kıyaslaması dikkate değerdi. Almanya’da yirmi beş bin kitabevi varken, Türkiye’de üç bin kitabevi bulunduğu, Türkiye’de bu sayının son yıllarda gittikçe azaldığı vurgulandı. Ayşe Uzun, sabit kitap uygulamasının rekabet yasası açısından zorluklarını dile getirdi, Yayıncılar Birliği’nin sabit fiyatın gerekliliği konusunda, Rekabet Kurumu’na başvurmaları halinde değerlendirilebileceğini söyledi.

EDItEUR Yönetici Direktörü ve Baş Veri Mimarı Graham Bell’in “Yayıncılık Standartları ve Tedarik Zinciri” başlıklı konuşması benim açımdan kayda değerdi. Konuşmasına, EDItEUR’un kar amacı gütmeyen bir kuruluş olduğu, merkezinin Londra’da, dünya çapında yayıncıların, kütüphanelerin, altyazı ajanslarının üyelerinin olduğunu söyledi.

Kitabın bibliyografik bilgileri, pazarlama ve tedarik zinciri için geliştirdikleri “ONIX” sistemini ve meta verilerinde hangi bilgilere yer verileceğini anlattıktan sonra, ONIX’in Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından Türkçeleştirilerek yayıncıların kullanabileceği hale getirdiğini söyledi. Bu sistem, Dewey ve LCC gibi ONIX’in de kütüphanelerce kullanılabileceğini belirtti. Graham Bell’in konuşması için hazırladığı tanıtım linkini kendisinin izniyle ekliyorum.

 “Yayıncılık Standartları ve Yayıncılıkta Yeni Dağıtım Modelleri” başlıklı 2. Oturum’un yöneticiliğini Koray Seçkin yaptı. Konuşmacılar; Ayda Perçin, Yayın Standartları ve Derleme Şube Müdürlüğü, Mustafa Aksoy - Bulut Yayınları, Murat Bahadır –Emek Dağıtım, Emel Azdemit – Punto Dağıtım.

Ayda Perçin, Yayın Standartları’nı ISBN,ISSN,ISMN,ISNI belirttikten sonra, Yayın standartlarından monograflar için kullanılan ISBN’nin ilk kez 1987 yılında; süreli yayınlar için ise 1993 ISSN verilmeye başlandığını, yürürlüğe girdikten sonra ISBN ve ISSN alımının 2006’da bir Tebliğ ile zorunluluktan çıkarıldığını söyledi. Zorunluluğu kaldırılmasına rağmen, ISBN ve ISSN’nin ücretsiz oluşu ve satış kanalları, kütüphaneler ve bilgi merkezlerinde kontrol mekanizması olarak kullanılması olduğunu vurguladı. ISMN ve ISNI’nin henüz yeteri kadar uygulamaya geçirilemediğini, Bakanlık olarak, özellikle ISNI’nin kullanılmasını beklediklerini söyledi. Daha sonra, Yayıncılıkla ilgili e-devlet üzerinden başvuruların yapılabildiğini, daha önce bir adet istedikleri dergilerin e-mail yoluyla, PDF olarak kendilerine iletilme yolu bulunduğunu hatırlattı.

Perçin, Kütüphanecilikten geldiğini, bu nedenle kitapların kataloglanması esnasında pek çok hatalarla karşılaşıldığını, bunun ortadan kalkması için, Yayıncıların, kitabın basımından üç ay önce tüm bilgilerinin kendilerine iletilmesinin standardizasyona önemli katkısı olacağını söyledi. Yayıncılar ise itiraz ettiler, kitap basıldıktan sonra yapılmasının doğru olacağını, Kenan Kocatürk ise bu konunun gelecekte Bakanlıktan çok Yayıncılar Birliği’nin  işi olması gerektiğini söyledi.

Emek Dağıtım’dan Murat Bahadır, portföylerinde yüz seksen üç bin kitap bulunduğunu belirtti. Gösterdiği videoda bir kitap dağıtım şirketinin çalışma sistemini görmüş olduk. Punto’dan Emel Azdemir, Punto dağıtım olarak Anadolu’da açılan metrekaresi büyük kitabevlerinin artmakta olduğunu vurguladı.

Türkiye’de yayıncı – dağıtımcı arasında çalışma sisteminin nasıl işlediği üzerine de bilgi verildi. %42 ile % 65 arasında değişen fiyatlarla yayıncının dağıtımcıya kitabı verdiğini, ancak kitaptan elde edilen gelirin geri dönüşünün oldukça gecikmeli olduğunu, bunun da yayınevlerini zorladığı vurgulandı.

Mustafa Aksoy ise, butik yayıncılığın Bakanlık tarafından desteklenmesi gerektiğini, kültürel değişim ve farklılığın sağlanabilmesi için butik yayıncılığın sistemin içinde kalması gerektiğini söyledi.

Kitap kataloglaması yaptığımız için Ayda Perçin’in dile getirdiği zorlukları biliyorum, haklı tarafları var. Öte yandan yayıncıların kaygılarını da anlıyorum, yayıncılığın daha bağımsız olması gerektiği görüşlerine katılıyorum.

27 Nisan 2018, Cuma günü iki oturumu izleme olanağı buldum. “Yayıncılıkta Sansür ve Otosansür” başlıklı Oturum, Mine Soysal  yöneticiliğinde gerçekleşti.  Konuşmacılar; Fulya Alkoç- Kor Kitap, İrfan Sancı – Sel Yayıncılık, Hamide Yiğit – araştırmacı Yazar, Asya Çağlar-Kelime Yayınları.

Sel Yayıncılık’tan İrfan Sancı, 2011 yılında yayımladıkları Beat Kuşağı’nın önde gelen isimlerinden William S. Burroughs’un “Yumuşak Makina(Soft Machine) adlı kitabın sansürü nedeniyle yaşadığı dava süreci ve Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi ve  mahkemenin kendilerini haklı bularak üç bin lira tazminat ödenmesine karar verilmesi sürecini anlattı.  Hamide Yiğit, Felsefe öğretmeni olduğu okulda bir öğrenci velisinin kendisini şikayeti üzerine yaşadığı mahkeme sürecini, yazdığı her yazıda sansüre uğrama tedirginliği yaşadığını, bu nedenle Avukatlarına danıştığını anlattı. Asya Çağlar ise Çocuk kitapları yayıncılığında sansür üzerine konuştu. Bu oturumun sonunda, Mine Soysal, bir özeleştiri yaptı ve yayıncılık sektörünün kendi içine kapalı olduğunu, kitabevleri, kütüphaneler ve okuyucularla daha çok bir araya gelinmesi gerektiğini söyledi.

Son Oturum,“ Dijitalleşmenin Yayıncılığa Yansımaları: Çarpıcı Uygulamalar”ın yöneticiliğini Türkiye Yayıncılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Nemutlu yaptı. Konuşmacılar; Tan Çağlayan-Çağlayan Kitabevi, Kıvanç Çınar – Informascpoe, Oytun Çetin – Teknolist, Berk İmamoğlu –Storytell

Kıvanç Çınar, ilk bilgisayardan günümüze kadar değişen teknolojideki yenilikleri görsellerle hatırlattı bize. İlk bilgisayar bir odayı kaplıyormuş neredeyse, gittikçe küçülmüş. Telefonda ise çevirmeli telefonlardan cep telefonlarına kadar değişimi görselleştirmiş. Ayrıca geliştirdikleri Turcademy’nin öne çıkan özellikleri üzerine bilgi verdi. Bunlardan bazıları; Zaman, mekan ve cihaz bağımsız  elektronik kitaplara erişim imkanı, Yayınevleri için dağıtım kanalı ve kullanıcı beklentilerini karşılama imkanı, Marc kayıtlarının temini ve kütüphanelerde hızlı bir şekilde kitapları kataloglama ve kullanıcılara sunma imkanı.
Oytun Çetin, normal baskı ile dijital baskının farklılık ve olanaklarına yer verdiği konuşmasında, kişiye özel kitap yapma olanağından bahsetti. Özellikle okullarda sınav sistemlerinin dijital baskısı, bu baskıların kullanıldıktan sonra atılmasına dikkat çekti. Berk İmamoğlu ise “Seslenen Kitap” projesini nasıl hayata geçirdiklerini anlattı, profesyonel kişilerin kitapları okuduğunu, arabada, yolda , seyahatte “seslenen kitap”ın dinlenilebileceğini, yeni bir olanak olduğunu vurguladı.

8.Türkiye Yayıncılık Kurultayı, yazar, yayıncı, dağıtımcı ve okur ağının birbirinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, Türkiye’de yayıncılıkta kitabın standartlaşmasının elzem olduğunu, yayıncı-dağıtımcı ağının adil bir şekilde kurulmasının elzem olduğunu hatırlattı bize.

Dijital çağda, kitabın bibliyografik bilgilerinin  çok iyi bir şekilde yayına hazırlanmasının, kitabın küresel ölçekte ulaşılabilirliği açısından önem taşıdığı aşikar.  Sabit kitap fiyatı uygulaması, yayıncılar kadar okuyucular içinde yararlı olacaktır, Avrupa’da uygulanabilen bir sitem bizde de yürürlüğe koyulmalıdır.

Yayıncılar Birliği’nin iki yılda bir düzenlediği  Kurultay’ın, 2020’de gerçekleşeceğini hatırlatarak, 8.Kurultay’ın sonuç bildirgesinin kamuoyuyla paylaşılmasının yayın dünyasına yeni açılımlar getirmesi
açısından önemli buluyorum.


İmren Tüzün





18 Mart 2018 Pazar

"Derin Bakışlı Bir Adam"


                                             Ahmet’e...

Bana bakıyor çektiğim her fotoğrafta
Aşk mı, sevgi mi, güven miydi
Bakışını teslim etmesinde bana

Öyle bir bakış ki
Her baktığımda
İçime işleyen

Anladım ki
Bir insandan
Geriye kalan
Kederleri, sevinçleri, hayalleri,
Yapıp ettikleri kadar
Ses ve derin bir bakışmış.


İmren Tüzün


Antalya, 06 Ocak 2018


Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved


Kumru Bakışı

                                  dostlarım kumrulara... 

Gözünü dikmiş
bana bakan kumru
Söyle!
Sen kimin ruhusun?

Yol arkadaşını kaybettiğinde

Kumrular da ağlar mı benim gibi?



İmren Tüzün

Antalya Ocak 2018


Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved