5 Haziran 2017 Pazartesi

Demre ve Seralar / İnsan ve Doğa - İmren Tüzün

Demre ve Seralar

                                             Hayalimdeki büyük bahçeye...

Yıkın o seraları
Portakal, limon, mandalina,
Nar, badem, dut dikin

Az kazanacaksınız
Çok iyi bir arabaya
Binmeyeceksiniz belki

Buna karşılık
Doğa içinde
Bahçelerde yürüyecek,
Ağaçlara dokunacaksınız
Bir ağacın
Nasıl büyüdüğünü
İzleyerek şaşıracaksınız

En önemlisi de
İnsan olacaksınız
Teknolojinin sizden
Söküp aldığı duygularınızla

İmren Tüzün
Antalya,  02 Haziran 2017
Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved

...

İnsan ve Doğa

İnsanların lanetlediğini
İlahi adalet tutar elinden
Ayağa kaldırır, yüceltir,
Doğa misali.
Lanetten doğar dünya

Yeniden, yeniden.


İmren Tüzün



Antalya, 05 Haziran 2017

Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Annemin Sebze Yemekleri - İmren Tüzün


                    Annemin Sebze Yemekleri


Sıcak yaz günleri yaklaşırken, insan daha hafif yemekyapmak ister. Kışın çeşit çeşit otlar sofralara zenginlik katarken yaza doğru doğal otlar yerini sebzelere, sebze yemeklerine bırakır.

 Sebzeler de yaz sıcağında yetişmez pek, yaylalarda çıkmaya  başlar doğal domatesler, biberler, fasülyeler. Sıcak günlerde en çok yetişen sebze, patlıcan ve bamyadır. Annem, evimizin önüne patlıcan ve bamya dikerdi. Su azdı bizim çocukluğumuzda, susuz sebze yetişmez, küçük bir alana dikilir, akşamüstleri sulanırdı. Yazın baş yiyeceğimiz patlıcandı neredeyse, domates çarşıdan alınırdı. Günümüzde de kışın seralarda her türlü sebze yetişir Demre’de, yaz geldi mi bütün seralar nadasa bırakılır, toprak dinlendirilir yaz boyunca.

Doğu mutfağında et ve hamur işleri,  Akdeniz’de  ise ot, sebze ve balık ağırlıklı bir yemek kültürü var. Ailemizden edindiğimiz yemek kültürü yaşam boyu bize rehberlik ediyor. Annelerimizden öğrendiğimiz yemekler, kolaylıkla yapabileceğimiz, lezzete lezzet katabileceğimiz yetenekleri bize kazandırıyor. Annem yemek konusunda çok yaratıcı bir insandı. Evde çok az malzeme olsa bile sofraya güzel tatlar koymayı bilirdi, misafir gelse kaşla göz arasında bir şeyler yapıverir, misafir ağırlardı. Kendi adıma, Annem kadar yetenekli değilim yemek konusunda, daha doğrusu onun kadar zaman ayıramıyorum ve sabırlı değilim.

Domates ve Patlıcan cilvesi,-Antalya’da ‘cive ‘diyorlar,- bizim oraların önemli yaz yemeklerindendir, Antalya’da Parlak Lokantası’nda geleneksel sebze yemekleri yapılıyor, bazen denk gelinirse tadılabilir.

Domates cilvesi için, soğan, sarmısak, yeşil biber,-tercihe göre kırmızı biber de kullanılabilir-, domates,-çok olgun olmayacak, hafif yeşilli olması lezzeti arttırır-, bir tutam pirinç, salça, fesleğen yeterli. Sebze ve pirinci yıkıyoruz. İnce doğranmış soğanları zeytinyağı ile hafif kavurduktan sonra,  salça, -istenirse kırmızı toz biber de kullanılabilir,- ve pirinci ekleyerek karıştırdıktan sonra çok az su koyarak, bir taşım kaynatıyoruz. Biraz kaynayınca doğradığımız domatesleri, - domates salatasından büyük olacak domates parçaları-, tencereye koyuyoruz, biber ve diş sarmısakları ekledikten sonra, suyunu salıncaya kadar kapağını kapatıyoruz. Çok az daha su koyduktan sonra bir dal fesleğenle birlikte bir taşımlık daha pişmesini bekleyip, altını kapatıyoruz. Sıcak yenilirse lezzeti daha iyi olur,  yoğurt veya ayran eşlik edebilir yemeğe.

Patlıcan cilvesine gelince,  pişirme yöntemi aynı olsa da kullanılan sebzeler biraz farklı. Patlıcanlar yıkanır,  patlıcanın her iki yanından üst kabuğu soyulur, tamamen beyaz kalmamalıdır-, önce ikiye , daha sonra dört parçaya ayrılır. Küp şeklinde değil de yatay olarak bir parmak kalınlığından biraz daha enli doğranarak az tuzlu suya koyulur, acısının çıkması için. Fazla bekletmeye gelmez, kararmaması gerekir, bu nedenle diğer malzemelerin önceden temizlenip ayıklanmış olması gerekir.

Doğranmış soğan zeytinyağı ile hafif kavrulur, domates, salça eklenir ve karıştırılır, üzerine sudan sıkarak aldığımız patlıcan, yeşil biber, sarmısak  eklenerek tencerenin kapağı kapatılır, bir  kaç dakika hiç karıştırılmamalıdır, daha sonra patlıcanlar  aşağıdaki malzemeyle karıştırılır, biraz su eklenir. İsteğe göre domates cilvesinde olduğu gibi fesleğen dalı eklenir, ne çok sulu ne susuz olmalıdır, çok az suyu kalmalıdır. Sıcak yenmesi tavsiye olunur, yanında taze acı biber, yoğurt eşlik edebilir. Eğer kavurma işlemi ağır gelirse, soğan en alta, üste patlıcan, en üste de bolca domates, salça eklenir, üzerine zeytinyağı kaşıkla gezdirilir. Bir kaç dakika sebzelerin suyunu salması beklendikten sonra, karıştırılır ve çok az su eklenerek pişmeye bırakılır. Elbette istenildiği ölçüde tuz, tane kara biber de eklenebilir her iki yemeğe de.


Fesleğenli ayranında ayrı bir lezzeti var. Fesleğen yapraklarını blenderde inceltip, ayrana eklenirse, yazın ferahlık veren bir içecek yapılabilir evde.

Doğusu, batısı, güneyi ve kuzeyi farklı yemek kültürlerinin bu kadar çeşitlilik gösterdiği bir ülke var mıdır bilmiyorum. Farklı bölgelerden tanıştığım kadınlardan yemek kültürlerini öğrenmek hoşuma gider, kendim de ailemden bana aktarılan yemek kültürünü paylaşmaya çalışırım, yeni öğrendiklerimle birlikte. Evde, her gün, ne pişirsem bugün, sorusunun yükünü daha çok kadınlar çekiyor ve onlar da sürekli bir yaratıcılık ekliyorlar yemek kültürüne. Kültürün devam ettiricileri  kadınlar olarak,  aileden ve çeşitli kültürlerle tanışmalarından öğrendiğimiz yemekleri paylaşırsak, bugün ne pişirsem sorusuna bir çözüm getirebilir, hayatımıza lezzet zenginlikleri katabiliriz.


İmren Tüzün


Antalya, 24 Mayıs 2017

4 Mayıs 2017 Perşembe

Kahraman Olarak Annem - İmren Tüzün



İnsana çocukluğunda annesi devasa görünür. Boyu uzundur, güçlü kuvvetlidir, sanki büyüyüp de ona yetişemeyeceğini düşünür. Ulaşılacak bir ırak nokta gibidir annesi çocuğun gözünde. Benim için de öyleydi annem, kocaman gövdesinin yanında kendimi çok ufak tefek hissederdim, kısa boylu, çelimsiz bir çocuktum.

Annem, annesi ve babası, o üç aylıkken, on beş gün arayla hayata veda ettiklerinden olsa gerek, babasının ve annesinin akrabalarına yakınlık duyardı. Özellikle halalarına ve teyzesine. Annemin halaları Amozon  kadınları gibiydi, bağımsızlıklarına düşkün, kendi başlarına hareket edebilen. Ben daha çok Heniş Halayı hatırlıyorum. Adını şimdi dahi bilmiyorum, bizim için o hep Heniş hala olarak kaldı. Uzun boylu, beyaz saçlı,- nedense bende saçları açıkmış gibi bir izlenim bırakmış olmalı, tülbentini sıkı sıkıya bağlamıyordu herhalde-, eteğine, o güzel bahçesinden meyveler devşirdiği uzun elbisesi, mesh ayakkabısı ve elinde bastonuyla Demreli kadınlardan ayrıksı bir hali vardı, ele de çok karışmazdı. Bahçelerinden kendi istekleri dışında meyve koparılmasını istemezlerdi, etrafı böğürtlenlerle çevrili, kapısı kapalıydı bahçelerinin. Ne zaman oradan geçsek, “hadi bir halama da uğrayıverelim.” derdi annem. Taştan yapılma, iki katlı evlerinin merdivenlerini tırmanarak ulaşırdık. Annem hemen halasıyla sohbete dalardı. “Annemi her gördüğünde biraz ağlamaklı olurdu Heniş Hala, kardeşi Süleyman’ı, annemin babasını mı hatırlardı kim bilir. Heniş hala uzun yaşadı, eşi de çok bağlıydı kendisine, genellikle ikisi beraber hayatlarını sürdürürlerdi, mutlu bir çift gibi görmüşümdür onları hep. İçe kapalı, kendi aurası olan bir dünyaları vardı.

Annem ve babam akraba evliliği yapmışlar, hala dayı çocukları oluyorlar. Dolayısıyla, annemin annesinden gelen ortak  akrabalıkları vardı. Fatma hala, dedemin üvey kardeşiymiş,  fakat o zamanlar gerçek bir hala gibi görülürdü. Annemin de teyzesi oluyordu, fakat biz daha çok Fatma hala olarak biliriz. Fatma hala, kocası Ramazan amcayla, iki katlı, geniş kagir bir evde otururlardı. Kaç odası vardı şimdi hatırlamıyorum, zamanın büyük evlerindendi, hala da duruyor. Büyük bahçelerinin başında, yol üzerindeydi evleri, Heniş halaların eviyle aynı sırada, onlardan önce gelirdi. Fatma hala, ince, minyon tipli, konuşkan ve sigara içen bir kadındı. O bana daha yerli, daha sosyal gibi gelmiştir her zaman.

Gel zaman git zaman, Fatma halanın kocası Ramazan Amca hayata veda etti. Annem, hemen halasına koştu, gitti. Bize de evde ineklere göz kulak olmak, onları bakıp doyurmak kaldı. Her şey yolunda gibiydi o gün, öğleye doğru danalardan biri yediği ot nedeniyle zehirlenmiş olmalı, karnı şişti, ne yapacağımızı bilemedik. Sıdıka ya da Ahmet,-şimdi çok iyi hatırlayamıyorum-, koşarak anneme haber vermeye gittiler. Annem de, hiç durmadan kan ter içinde eve geldi. Annem, danaya baktı, hemen evin içine koştu. Eline sivri uçlu bir bıçak aldı. Biz dananın etrafında, üzüntü içinde ağlaşıyorduk. Annem, dananın yanına geldi, etrafında döndü, danayı iyice gözden geçiriyordu, biz de ne yapacak diye bakıyorduk pür dikkat. Annem bir hamleyle bıçağı dananın kaburgasına sapladı, dananın içinden öyle bir hava çıktı ki, karnı iniverdi birden. Annem, “ kurtuldu”,  dedi sevinçle. O üzüntülü halimiz geçmiş, anneme hayranlıkla bakıyor, nasıl yaptığını soruyorduk. O anda annem bir kahramana dönmüştü gözümüzde, sanki bir tragedyanın ortasındaydık da, bir kahraman ortaya çıkıvermişti.

Annem, anne babasını bebekken kaybettiğinden olmalı, çocuklar ve hayvanlara karşı hep can vermek istemiş gibi gelir bana. Kendi yöntemince, hasta tavukların bile midelerini yıkar, onları hayata döndürürdü. Bir sağlıkçı gibi iğne yapardı,  babam kızardı ona, başına bir şey gelecek, bir zarar olursa diye. Fakat annemde bitmez tükenmez bir cesaret vardı, yaratıcı bir insandı.


On sekiz yıl sonra, annemin yokluğunu hissediyorum elbette. Fakat Sıdıka’nın acısı, o her şeyin üstünde bu sene benim için. Kardeşim, kardeşim diyorum, başka da bir şey diyemiyorum.


İmren Tüzün

Antalya, Mayıs 2017


Copyright ©  İmren  Tüzün All rights reserved

8 Nisan 2017 Cumartesi

Günlükler Arasında - İmren Tüzün

                        Günlükler Arasında

Ortaokul’dan sonra, Demre’de Lise olmadığı için,  annemden ağlaya ağlaya kopmanın üzüntüsüyle, -bahçede durmadan ağladığım bir günü hatırlıyorum, annemin beni teselli ettiği-,  Erzurumlu bir ailenin yanında,  yatılı olarak okumak için Antalya’ya geldim. Okul bir yana, orada okuyacağım klasiklerle karşılaşmak bana annemden ayrılmanın getirdiği üzüntüye merhem gibi gelmişti.

Bu ayrılık, aynı zamanda bana kısa kısa notlar almanın da yolunu açmıştı. Daha sonra yüksekokul, iş hayatı derken, sürekli notlar yazarak kendi varlığımı hissettirmenin bir yolu olmuştu notlar.

1997 yılından itibaren ise, düzenli günlükler yazmaya başladım. Günlükler deyince, insanın aklına kendi günlük yaşamına ait  detaylar yazmış gibi geliyor. Geriye dönüp baktığımda, toplumsal ve dünya sorunlarına dair düşüncelerimi de yazdığımı görüyorum. Adaletsizliğe, eşitsizliğe çocukluğumdan beri karşı olduğumu hatırlıyorum. Fakat hiçbir zaman direkt olarak siyasetin içinde  yer almadım, kendimi siyasete yakın hissetmedim. Fakat izlemekten de geri durmadım, Türkiye’de ve dünyada olup biten her şeyi elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Ahmet’in de, bilinçli bir insan olması, özellikle 1970’li yıllarda ve 1980 sonrası yaşanan acıları nasıl içselleştirdiğine hep yakından tanık oldum, edebiyat, kitap kadar ortak bir bakış açımızın olmasının da birlikteliğimize kuvvet kazandırdığını söyleyebilirim.

Günlüklerde kalmış yazılarım, aslında ileriyi gören bir perspektif sahibi olduğumu da gösteriyor.  01 Nisan 2003 tarihli günlük defterimde yer alan görüşlerim,  coğrafyamızda yaşanan acıların
içselleştirilmesi ve geleceğe yönelik kaygılarımı içeriyor.

                                                                                               
---
Bugün, 01 Nisan 2003, saat 13:40. Bu yılın da üç ayı gitti, yaşanılan ve yaşanılamayanlarla, acılarla, umarsızlıklarla. Savaşın, Irak savaşının 13.cü günü. Savaşın ilk günleri Amerika, Irak halkının direnmeyeceğini düşünüyordu ve yapılan yorumlar da bu yöndeydi. Geldiğimiz nokta hiç de böyle değil. Irak halkı büyük bir direniş gösteriyor Amerikan ve İngiliz askerlerine karşı. Hatta, yaralı bir İngiliz askeri, ki Amerikalı bir asker vurmuş tanklarını-, onlar bile Amerikalıların dehşeti karşısında ürkmüşler ve iki-üç İngiliz askeri savaşmayacağını söylediği için İngiltere’ye geri gönderilmiş. Durum biraz da Müslüman – Hristiyan çatışmasına doğru gidiyor gibi. Dünyada, özellikle Avrupa’daki radikal İslamcı Araplar Irak’a  savaşmaya gitmek için toplanıyorlarmış, intihar eylemleri yapmak için. Bu da çok ürkütücü geliyor bana. Dünyanın her tarafında, Türkiye’de de eylem yapabilirler.

Öte yandan televizyonda izlediğimiz Iraklıların durumu iç acıtıcı. Fakirlik, açlık, üst baş her haliyle insanın içini ürpertiyor.  Başkentlerin dışı her zaman yoksul kalmaya mahkum sanırım.

Her ne olursa olsun bu savaş durmalı. Amerika kovboyluk gösterilerini bırakıp, Saddam gibi diktatörleri değiştirmeyi kendi halklarına bırakmalı. Diğer türlü, Ortadoğu bir kan gölüne sürüklenebilir. Şimdi de Suriye ve İran’a ihtar çekiyor Amerika. İran ve Suriye ihtiyatlı davranmalı bu durum karşısında. Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell Ankara’ya geliyormuş bu gece yarısı. Yeni bir yardım talebi mi yoksa nedir?

Dünyanın hali berbat ve ben atölyede bir şeyler yapmaya çabalıyorum.

...

Bugün az çalışmayı düşünüyorum. Yarın filiz isimli genç kız bana  modellik yapmaya gelecek.  Çizim de zayıf olduğumu biliyorum, ancak figürlerim yine de kendine özgü diye düşünüyorum.

İmren

---

Aradan kaç sene geçmiş, bir Nisan daha geldi, sorunlar değişmemiş, Ortadoğu olabildiğince acıyla yüklendi bu geçen süreç içinde.

Artık bu coğrafyada savaş olmasın, halklar kendi kaderine sahip çıksın, en çok da çocuklar, Idlip’de olduğu gibi kurban olmasın, yüzleri gülsün, geleceğe dair bir umutları olsun...


İmren Tüzün

5 Mart 2017 Pazar

Ahmet Tüzün Arşiv Çalışmaları - İmren Tüzün



“Arşiv ilkin, söylenebilen şeyin ilkesi, ifadelerin bireysel olaylar olarak ortaya çıkışını yöneten sistemdir.” Foucault

Yıl dönümleri, aradan geçen bir yıl içinde, kaybettiklerimiz adına yaptığımız çalışmaları yeniden gözden geçirmemize vesile oluyor. Yaşama veda edenlerin, arkasında bıraktıkları kültürel mirasa sahip çıkabildiğimiz ve sürekliliğini devam ettirebildiğimiz zaman, bizim varlığımız da anlam kazanıyor. Parçalanmış bir geçmişi, bütün halinde tutabilmenin mücadelesi, yaşam direncimizi ayakta tutuyor.

Geçen bir sene içinde, Ahmet Tüzün, dolayısıyla aile arşivimiz için planladığım çalışmalar, kız kardeşimi kaybetmenin verdiği sarsıntıyla istediğim şekilde ilerleyemedi, deyim yerindeyse acılar üst üste geldi.

Geriye dönüp baktığımda, kütüphanenin arşivlenmesi, kataloglamasının  yapılabilmesi için bir sistem kurmamızın önemli bir adım olduğuna inanıyorum. Kütüphanenin adını; imrenahmetuzunkutuphanesi.org/
imrenahmettuzunlibrary.org olarak belirledim. Söz konusu sistem, kitabın bibliografik bilgilerinin (marc bilgileri)girilerek, kataloglamayı sağlıyor. İstenildiği takdirde, iki farklı şube açılarak, kitaplarımızın adımıza arşivlenmesi mümkün olabilecek. Bu sistemin yürürlüğe girebilmesi, bilgi ve belge yönetimi mezunu bir kütüphaneciyle çalışmayı zorunlu kılıyor.

Kütüphane’nin türlere ayrılması, dergilerin manuel olarak arşivlenmesi büyük oranda tamamlamış bulunuyor. Dergilerin manuel arşivlenmesi, kataloglama esnasında büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dergilerin izinde, Ahmet Tüzün yazılarının çoğu tespit edildi, listesi çıkarıldı, yerel dergi ve gazetelerde  yayımlanmış kent ve kent kültürü üzerine yazılar ile edebiyat dergilerinde yayımlanmış şiir çevirileri, eleştiri yazıları ve Sempozyum bildirileri kitaplaşmayı bekliyor.

Bir arşivin tasnif edilmesi sürecinin, bugünden yarına tamamlanıp bitirilecek bir iş olduğunu düşünemeyiz. Uzun soluklu, sabır gerektiren  ve derinlemesine bir çalışmayı zorunlu kılıyor. Yazarların kişisel tarihleri ve çalışmalarına gün geçmiyor ki yeni bir yazı, bilgi ve belge eklenmesin.



Edebi ve kültürel mirasımızın geleceğe aktarılması için daha ciddi çabalar göstermem ve kurumsallaşma yönünde adım atmam gerekiyor.

Kişisel gayretlerimi anlayarak, bana destek olan kişi ve kurumlara teşekkür ediyor, edebiyata ve sanata verilecek desteğin kültürel birikimimize değer katacağına, gelecek nesiller için bir kazanım olacağına inanıyorum.


İmren Tüzün