15 Ağustos 2013 Perşembe


                                         Ağustos;  “İncir Zamanı”

Akşamüstü hava biraz serinlediğinde yürüyüşe çıkıyorum. Yolumun üzerindeki incir ağacının altına düşmüş siyah incirler kaldırıma yapışmış, üzerine basmadan geçmeye çalışıyorum. Yine de dallarına bakmadan edemiyorum. Acaba olgunlaşmış bir incir görebilir miyim umuduyla göz gezdiriyorum. Çoğunluğu yeşil, henüz olgunlaşmamış. Ağacın tepesinde ise olgunlaşmışlarını  görüyorum,  ancak ulaşamayacağımı biliyorum.

 Yürüyüşüme devam ediyorum. Çocukluğumdaki incir ağacı aklıma düşüyor. Evimizin bitişiğinde küçük bir incir ağacı vardı. Onları toplamak bize mutluluk verirdi Ağustos aylarında.

            İncirin sütü kaşıntı yaptığı için toplanacak zaman çok önemliydi. Sabahın erken saatleri ya da akşamüstleri uygundu. Sabahın erken saatinde küçük bir kap alarak evin bitişiğindeki ahırın çatısına çıkardık dikkatlice. Yeşilden bordoya  dönmesi  ve gittikçe koyulaşması incirin olgunlaştığını gösterirdi. Bazıları öylesine büyürdü ki kendiliğinden çatlardı. Böyle incirleri hemen toplamak gerekirdi. Yoksa bir iki gün içinde düşüverir ve erirdi. Olgunlaşmış incirleri ayırt etmek ve toplamak biraz maharet isterdi doğrusu. Kazara olgunlaşmamışlarını  toplarsan sütü eline bulaşır ve hemen etkisini gösterirdi. Yakıcı olurdu incirin sütü. Toplarken, yıkamadan kabuğunu soyarak incir yemenin tadı da bir başkaydı. İnsan tadına baktığında kaptırdıysa kendini birkaç tane yiyiverirdi.

Toplanılan incirler, bir süre buzdolabında saklanır, yenilecekleri zaman yıkanırdı. Akdeniz’in önemli bir meyvesi olan incirin zamanı kısadır aslında. Ağustos ayında öylesine yoğun bir ürün verir ki incir ağacı,  Sonbaharla birlikte kaybolurdu birden.  Gelecek yaza kadar bir tat bırakır, giderdi.

Çocukluğumda incir demezdik biz. “Balart” denilirdi çoğunlukla. “Balartlar olgunlaşmış”, “balartları topladınız mı” cümleleri Ağustos ayına aitmiş gibi gelir bana. Sanki hala kulağımda annemin bu cümleleri yankılanır. Annem, ne çok severdi  balartları. Hergün özenle bakar, olgunlaşanları  biz çocuklarıyla paylaşırdı.

            Portakal ağaçlarının sayısızlığına karşın, incir ağacı neden bu kadar azdı bahçemizde bilmiyorum. Belki de ondandır,  incir ağacımızın belleğimde bu kadar canlı kalması. 

            Ağustos; “İncir Zamanı”dır.  Akdenizliliğin önemli bir parçasıdır.


İmren Tüzün
©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved


13 Ağustos 2013 Salı

an old man and his donkey


                             an old man and his donkey

“My mother used to tell us many tales during our childhood. One of them was about “the old man and his donkey.” I tell my niece this tales for remembering my mother. She likes it very much too.

Once upon a time there was an old man who lived in a small village. He just wanted to go to Istanbul. But he didn’t have enough money. One day he decided to visit Istanbul. He rode on the donkey and began to travel to Istanbul. He came from his Village to Istanbul in three days. He bound his donkey to pillar of telephone when he came to Istanbul. But he didn’t know, in which region in Istanbul he was. He began to walk in Istanbul. He forgot  his donkey until towards the evening. He came back to his donkey. But he couldn’t remember, where he bound donkey. He looked for it everywhere. But he didn’t find it.

He was very tired, hungry and dirty. Also he wanted to sleep. He went to a hotel and booked a room. He was very worried, “ where was the donkey”. He continued to look for the donkey. It became dark. He thought and said “I am very tired. I am going to find the donkey tomorrow. I must go to the hotel. He came back to the hotel and went to the room directly. The bed was the most cleanest. But he was very dirty. He said to him self  “If I sleep in this bed, it will be dirty. I can’t sleep. I can sleep under the bedstead.”  He stayed under the bedstead and slept.

 One young pair came to the same hotel and asked “Is there a room for us?” The receptionist didn’t see the old man. He told them; that an old man booked a room. But he didn’t come. The receptionist gave them the room of the old man. They went to the room. The joung man said to his girl friend.  “I can see Istanbul in your eyes.” The old man woke up and cried out. “ If you see the whole city , can you see my donkey too.”

 Imren Tuzun

©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved

12 Ağustos 2013 Pazartesi

coco chanel; gösterişin altında yatan hüzün…




coco chanel; gösterişin altında yatan hüzün…

                Coco Chanel’in Stravinski’yle aşkını anlatan filmi 2009 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlemiş, onun hayatından etkilenmiştim. Daha sonra bir film daha izledim onun hayatını anlatan. Oradaki hikayeyle, bu otobiyografik roman örtüşüyor biraz.

                Babasının satış yapmak için sık sık evden ayrılıp başka yerlere gitmesi,  onları yanında götürmemesi, serüvenci hali, yalanları dolanları, ihanetleri, annesinin hastalığı,  Coco’da derin bir acı bırakıyor.  Annesini kaybettikten sonra kiliseye verilmeleri, onu daha çocuk yaşta bilinçlendirmiş, hayattan ailesinin intikamını almak üzere programlamıştır kendisini.

                Terzilikten modayı yönlendiren Coco Chanel’e doğru uzanan yolda insanlardan yardım almasını bilmiş, yeteneği ve cesareti ona yol gösterici olmuş.

                En şaşalı günlerinde bile ailesinin trajedisi onu yalnız bırakmamış, kardeşlerini, halasını ve yeğenlerini kollamış.

                Benim aile geçmişimle tam benzer olmasa da; baba ve annelerimizin ortak yönleri olması, çektiği acıların bana tanıdık gelmesi, bana Coco Chanel’in hayatını sevdirdi.

                Trajedi dolu ailelerde yetişen bazı kızlar, acılardan parlak bir yıldıza dönüştürüyorlar kendilerini ve hayata yön veriyorlar.

                Atalarından gelen hayatta kalma savaşı onların ruhuna işliyor belki de, gözü pek ve cesaretli oluyorlar.               

İmren Tüzün

©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved

14.07.2011
CHANEL / RÜYA GİBİ BİR HAYAT / ALFONSO SIGNORINI / ÇEVİREN EREN YÜCESAN CENDEY

TURKUAZ KİTAP – ARALIK 2010

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Küçük kızdan hayat dersi…


Küçük kızdan hayat dersi…

Bugün öğleden sonra, Atölyemde,  Elmas’la yarım kalmış bir arşiv üzerinde çalışıyorduk. Kapı çaldı, “kim o?” diye sordum. Küçük bir kız ” bayramınız kutlu olsun” dedi. Sevinçle kapıyı açtım, o ses bana yabancı değildi. Mahallemizde oturan, geçen bayramlarda da beni ziyaret etmiş olan, yolda gördüğümde selamlaştığım küçük kızdı. Atölyeye davet ettim. “Burasının atölye olduğunu bilmiyordum” dedi. Resimlere baktı, odaları dolaştı. Sonra birkaç fotoğrafını çektim, fotoğrafını çekmemi sevdiğini biliyordum.

Çalıştığımızı gördüğü için, fazla kalmak istemedi. O anda, atölyede ne şeker ne de ona verebileceğim bozuk para vardı. “Eve çıkayım, sana şeker ikram edeyim” dedim. “Yok sen yorulma, ben apartmana çıkacağım.” diyerek ayrıldı atölyeden.

Biz çalışmaya dalmışken pencereden seslendi, Elmas’la bana şeker vermek istedi. Biz de olmaz, sende kalsın dediysek de, çantasından küçük avucuna doldurduğu kağıt şekerleri Elmas’ın avucuna bırakıverdi ve ekledi.:”Çocuklar gelirse şeker verirsin” dedi  ve yoluna devam etti.
İmren Tüzün

©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved

9 Ağustos 2013 Cuma

Yazma Sıkıntısı


Yazma Sıkıntısı

 Zihnimden akan sözcükler, cümlelere dönüşüp defterlerime akıyor,  sayfalar arasında varlıklarını sürdürüyorlar, fakat bir türlü derli toplu bir yazı haline dönüşemiyorlar.

Anlıyorsunuz ki, hayatınızın merkezindeki eşinizin acısını bir köşe yazısına sığdıramayacaksınız. Nereden başlamalısınız yazmaya, tanışmanızdan mı, arkadaşlığınızdan mı, evliliğinizden mi, dostluğunuzdan, arkadaşlığınızdan,  mutluluğunuzdan mı, çektiğiniz acılardan mı, en değerlisi de yazınsal eşinizin kaybından mı? Bu yaşadıklarınızı oto sansür uygulamadan nasıl yazacaksınız? Hem sonra herkesin acıdan kaçtığı bir zaman diliminde sizin acılarınızı, kaybınızı kim anlayabilir yeterince. Yazınsal arkadaşınızın kendini ifade edebilmesi için son anına kadar yazmasına yardımcı olmuşsanız,  günlük yazı yazma saatlerinizin anısıyla yaşıyorsanız, birlikte yazılarınızı okumuş, birbirinizi desteklemişseniz,  bu güzelim düşünsel yaşam eşinizin kaybıyla yıkılmışsa, doğrulup yeniden yazıyla barışabilmeniz için zaman gerekiyor.

Yazılarımı değerlendiren, bana yol gösteren, yeri geldiğinde sert eleştiren, yeri geldiğinde beni yüreklendiren yazınsal eşimin yokluğunda,  yazmak için kendi mücadeleme başlamalıyım artık.
İmren Tüzün
©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved

Merhaba,

Şimdiye kadar bir  blog oluşturmayı ve yazmayı düşünmemiştim. Fakat, her nasıl olduysa, bu sabah bir blog hesabı oluşturdum ve şimdi ilk yazımı yazıyorum.

İçimdekileri yazıya dönüştürememenin sıkıntısını yaşıyorum. Oysa pek çok yazı yazdım, dergilerde, gazetelerde yayımlandı.

Eşim Ahmet Tüzün'ü kaybettikten sonra onun yazılarını, kütüphanesini arşivliyorum. Onun kültürel mirasına sahip çıkmak ve yaşatmak benim en büyük sorumluluğum.

Kendi alanım olan, resim, kısa film, yazıdan uzaklaşmadım aslında, sadece kendime odaklanamıyorum.

Günlüklerimi düzenli olarak defterime yazmaya çalışıyorum, hayatımın biricik tanığı günlüklerim diyebilirim.

Belki, burada, yazma isteği duyar ve yazdıklarımı paylaşma cesareti bulurum, kimbilir..

İmren Tüzün

©Bütün Hakları Saklıdır / All Right Reserved